‘Sağlık hakkı, yaşam hakkıdır, pazarlık konusu yapılamaz’

  • 09:02 22 Haziran 2025
  • Güncel
 
Şehriban Aslan
 
AMED - Hasta tutsakların durumuna dikkat çeken DTO Başkanı Elif Turan, “Bu sağlık hakkıdır, yaşam hakkıdır asla pazarlık söz konusu yapılmayacak kadar önemli bir haktır” dedi.
 
Kürdistan ve Türkiye’de cezaevlerinde bulunan siyasi tutsakların koşulları gün geçtikçe daha da ağırlaşırken bu durum en çok hasta tutsakları etkiliyor. Bunu İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 2025 yılı raporunda görmek mümkün. Rapora göre cezaevlerinde 161’i kadın ve bin 251’i erkek olmak üzere en az bin 412 hasta tutsak bulunuyor. Ayrıca raporda yapılan tespitlere göre ağır olan 335 hasta tutsak bulunurken 230’u tek başına yaşamını devam ettiremiyor. Yine raporda 105’inin de desteğe ihtiyacı bulunurken, 188 hasta tutsağın ise hastalıkları nedeniyle sürekli olarak kontrol edilmesi gerekiyor. Raporda 515 tutsağın da hastalıkları belirtilmesine rağmen değerlendirme için gereken detaylar olmadığından ve 2 tutsağın ne gibi hastalıkları olduğuna dair bilgi edinilemediği, 517 tutsağın durumlarının ağır olup olmadığına dair değerlendirme yapılamadığına yer veriliyor.
 
Bu raporun yanı sıra son çıkan yargı paketinde de hasta tutsaklara dair çözüm getirilmedi. Diyarbakır Tabipler Odası (DTO) Başkanı Doktor Elif Turan,  hasta tutsaklara dönük durumu değerlendirdi.
 
‘Cezaevleri toplumun kanayan yarası’
 
Hasta tutsaklar konusunun hep can alıcı bir konu olmaya devam ettiğini söyleyen Elif Turan, özellikle böylesi süreçlerde pazarlık konusu yapıldığını kaydetti. Elif Turan, “Barış süreci mi desek adına yeni bir süreç mi desek bilmiyorum fakat böylesi süreçlerde hasta tutsaklar pazarlık konusu yapılıyor. Aslında bu sağlık hakkıdır, yaşam hakkıdır asla pazarlık söz konusu yapılmayacak kadar önemli bir haktır. Ne yazık ki bu yetkililer tarafından kaçırılıyor. Aslında sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları olarak her zaman bizim gündemimizde ama yetkililere, siyasilerin gündemine hep böylesi süreçlerde giriyor. Sanki mahpuslar sadece bu süreçlerde hastalanıyor ya da hastalıkları o dönem açığa çıkıyormuş gibi bir izlenim var. Fakat cezaevleri ne yazık ki her zaman toplumun kanayan yarası olmuştur. Dışarının durumunun kötü olması cezaevlerine de yansıyor” dedi.
 
‘Sağlık hakkı yaşam hakkının parçasıdır’
 
Sağlıklı olma halinin sadece fiziken değil aslında içinde bulunulan sosyal ve politik ortamın iyi halli olması gerektiğine değinen Elif Turan, “Ne yazık ki politik iyilik hali de hasta mahpuslara yansıyor. Biliyorsunuz cezaevlerinde sağlığa erişim hakkı her zaman sorunludur. Bunu cezaevinden bizlere gelen mektuplar ya da avukatlarının ve ailelerin vasıtasıyla bize iletilenlerden biliyoruz. Sağlığa erişim hakkı ve yaşam hakkı her zaman ihlal ediliyor. En iyi ihtimalle terminal dönem dediğimiz hastanın son dönemlerinde tahliye ediliyor ve çıktıktan birkaç ay sonra yaşamını yitirebiliyor. Son zamanlarda böylesi birçok örneğe de şahit olduk. Cezaevlerinde sağlık hakkı dediğimiz konu niye elzemdir? Çünkü yaşam hakkının bir parçasıdır. Ayrılmaz bir parçadır. Sağlığa erişim hakkı engellendiğinde kişinin durumu iyice kötüye gidebilir ve yaşamından da olabilir” şeklinde konuştu.
 
‘Onur kırıcı muameleler tedaviyi aksatıyor’
 
Var olan sorunun sadece cezaevlerinden hastaneye sevk edilmeyle ilgili bir durum olmadığına dikkat çeken Elif Turan, oradaki koruyucu sağlık hizmetlerinin yetersizliğine de değindi. Sağlık personelinin, revir durumunun iyi olmamasını da hatırlatan Elif Turan, “Mahpus hastaneye sevk edildikten sonra ağız içi araması ya da çıplak aramanın dayatılmasıyla, ince aramalar adı altında onur kırıcı muamelelere de maruz bırakılıyor. Bu yüzden hastaneye gitmek istemeyebiliyorlar çünkü onur kırıcı durum ve işkence var. Hastaneye gittiğinde de güvenlik gerekçesiyle mahremiyet sağlanmıyor giden gardiyan ya da asker odada kalmak istiyor ya da güvenlik gerekçesiyle mahpusun kelepçesi açılmıyor. Mahpuslar da bunu kabul etmiyor ve bu yüzden de tedavileri aksayabiliyor. Diyelim ki muayene oldular. Muayene olduktan sonra da ilaç erişiminde sıkıntı yaşayabiliyorlar. Kimi zaman ilaçların geç verilmesi ya da düzenli kullanılamamasından kaynaklı hastalığın ilerlediği durumlar olabiliyor” sözlerini kullandı.
 
En büyük engel ATK
 
“Totalde baktığımda cezaevlerinde sağlığa erişim hakkında hep engellerle karşılaşılabiliyor” diyen Elif Turan, “Biz bunu hep söylüyoruz, sağlığa erişim hakkının engellenmesi bir işkence yöntemidir. Çünkü kişi tedaviye ulaşamadığında hastalığı ilerleyebiliyor, tanısının konmasında gecikmeler yaşanıyor. Hastalık ilerleyebiliyor ve bu ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. ‘Cezaevinde kalamaz’ raporunu veren tek merci ATK (adli Tıp Kurumu) olarak görüldüğü için ne yazık ki ATK’ye götürülüyor. Diğer bağımsız sağlık kuruluşlarından gelen raporlar kabul edilmiyor. ATK’nin verdiği raporları da görüyoruz, tartışmalı olabiliyor ya da dediğimiz gibi son noktada verilebiliyor. Biz TTB olarak ya da diğer bağımsız sivil toplum örgütleri olarak bir rapor düzenlediğimizde; görüyoruz ki bazı örneklerde ‘cezaevinde kalamaz’ diye uzman hekimler tarafından not düşülüyor ama bunu ATK kalabilir diye değiştiriyor. Ya da bazen güvenlik gerekçe gösterilerek kişi tahliye edilemeyebiliyor. Bunların hepsi o kişinin sağlığının kötüleşmesine ve yaşam hakkının engellenmesine sebebiyet veriyor” ifadelerine yer verdi.
 
‘Düzenlemeler yapılmalı’
 
Elif Turan, son olarak şu sözleri kullandı: “Bu süreçlerden bağımsız düzenlemelerin yapılması gerekir. Hatta tanıya göre değil kişinin içinde bulunduğu duruma göre değerlendirilmesi gerekiyor. Bizim tıp fakültesinde ilk öğrendiğimiz şeylerden biri ‘hastalık yoktur hasta vardır’ her hastalığın kişideki etkisi ya da içinde bulunduğu ortamdan kaynaklı da hastalığın vücuda etkisi değişebiliyor. ATK’nin verdiği raporlarda ‘bu tanıya göre elzem bir durum yok, kalabilir’ denilebiliyor ama kişinin içinde bulunduğu durumu da değerlendirmek gerekiyor. Yani orada tek başına hayatını idame ettirip ettirmemesi, ‘tamam bu tanı var ben dışarda bununla hayatımı idame ettiriyorum’ demek ayrıdır. Fakat cezaevinde tek başına tecrit koşullarında idame ettirmesi apayrı olabiliyor. Bu yüzden kişiyi içinde bulunduğu çevreyle birlikte hastalığını da bu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Bu yüzden bu yargı paketlerine sığdırılmamalı. Yargı paketleriyle bir düzenlemeden ziyade bu süreçlerden bağımsız özellikle STÖ’ler bir görüş alışverişinde bulunarak bu düzenlemelerin yapılması gerekiyor.”