Abdullah Öcalan’ın tezleriyle tarihsel dönüşüm (2) 2025-05-16 09:01:28     Reel sosyalizmden demokratik moderniteye...   HABER MERKEZİ – PKK’nin kuruluş sürecindeki ideolojik kırılmalar, reel sosyalizmin mirasıyla kurulan ilişkiyi sorgularken; Abdullah Öcalan’ın çözümlemeleri, ulus-devletçi paradigmadan demokratik toplum anlayışına yönelen tarihsel bir dönüşümün izlerini sürüyor.    PKK’nin ideolojik temellerine ilişkin tartışmalar, Kürt siyasi hareketinin evrimini anlamak açısından önemli ipuçları sunuyor. Bu dosyanın bu bölümünde, Abdullah Öcalan’ın, PKK'nin kuruluş sürecinde yaşanan ideolojik kırılmalar; ulus-devletçi paradigma ile demokratik toplum anlayışı arasındaki çelişkiler; ayrıca sosyalist gelenekten devralınan yapısal sorunlara dair değerlendirmelerine yer veriliyor. Özellikle Vladimir İlyiç Lenin, Josef Stalin, Karl Marx, Friedrich Engels, Eduard Bernstein, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin gibi düşünürler üzerinden yapılan çözümlemeler, hem reel sosyalizmin çözülüş nedenlerini hem de PKK'nin ideolojik açmazlarını ortaya koyuyor.    Abdullah Öcalan’ın bu değerlendirmeleri, PKK’nin yalnızca örgütsel değil, aynı zamanda düşünsel evrimini de anlamaya olanak sağlıyor.   Ulus-devletçilikle hesaplaşmanın başlangıcı   Abdullah Öcalan, PKK'nin oluşum sürecindeki temel ideolojik açmazı şu sözlerle açıklıyor: “PKK’nin oluşumundaki temel sorun ulus-devletçi ideoloji konusunda muğlâk kalmasıdır. Özellikle J. Stalin’in ulusal sorun konusundaki tezleri bu konuda etkileyici olmuştur. Stalin ulusal sorunu temelde devlet kurma sorunu olarak ele alır. Bu yaklaşımı bütün sosyalist sistemi ve ulusal kurtuluş hareketlerini etkilemiştir. Lenin’in de kabul ettiği bu hakkın ulusların kendi kaderini tayin hakkı olarak devlet kurmaya indirgenmesi, tüm komünist ve sosyalist partilerin ideolojik muğlaklığa düşmelerinin temel nedeni olmuştur.”   Devlet modelinin sosyalist mirastaki kökleri   PKK’nin çıkışındaki modelin tarihsel ve ideolojik arka planına dikkat çeken Abdullah Öcalan şunları dile getiriyor: “PKK’nin çıkışındaki temel ideası olan Kürt sorununu çözmede esas aldığı model, Stalin’in ortaya koyduğu ve Lenin’in de onayladığı devlet kurma modeliydi. O dönemde (1950-1970’ler) zirve yapan ulusal kurtuluş hareketlerinin çoğunun ayrı devletle sonuçlanması bu modeli neredeyse biricik kılıyordu. Ayrı devlet sosyalist amentünün kutsal ilkesi haline gelmişti. Sosyalist olmak ezilen ve sömürge uluslar ve halkların devlet kurma hakkından yana olmakla eşanlamlıydı. Aksini düşünmek sosyalist olmaktan çıkmak demekti. Aslında ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi ilkin ABD Başkanı Wilson’un Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya attığı ve ABD’nin hegemonik çıkışıyla yakından bağlantılı olan bir ilkeydi. Lenin, Wilson’dan geri kalmamak ve ezilen uluslarla sömürge halkların desteğini Sovyetler Birliği’nden yana çekmek için aynı ilkeyi daha da radikalleştirerek bağımsız devlet kurmaya indirgemişti. İki sistem arasında bu yönde bir yarış başlamıştı. Bunun en bariz örneği Anadolu’da yeni başlayan ulusal direnişin her iki güç tarafından desteklenmeye çalışılmasıydı. Daha sonra bu yaklaşım iki sistem arasında tırmandırılarak devam etti.”   Karl Marks ve Friedrich Engels’in ulus-devlet tercihi   Abdullah Öcalan, Karl Marks ve Friedrich Engels’in ulus-devlet karşısındaki tutumunu şöyle eleştiriyor: “Bilimsel sosyalizmin kurucuları olan K. Marks ve F. Engels’te bu konuda açık bir tutum yoktu. Fakat Hegel felsefesindeki temel devlet modeli olarak teorileştirilen ulus-devlete bir itiraz ve eleştiride bulunmamışlardı. Onlar da ulus-devlet modelini çağın, modernitenin doğal ve olması gereken yeni devlet biçimi olarak onaylamak durumundaydılar. Örneğin yaşadıkları dönemin temel ulusal sorunlarından biri olan Almanya’nın birlik sorununun merkezi olarak güçlendirilmiş ve dağınık federe birimlerden kurtulmuş bir ulus-devletle çözümünden yana tavır takınmışlardı. Bu çözümü özellikle anarşistlere karşı savunuyorlardı.    Tarih bu konuda anarşistlerin haklı olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle Bakunin ve Kropotkin’in görüşleri hem haklılığını hem de geçerliliğini korumaktadır. Bilimsel sosyalizmin ve reel sosyalist uygulamanın sonunu getiren, daha doğrusu içten çözülmesinin temel nedenlerinden başta geleni, aşırı merkezîleştirilmiş bürokrasiye dayanan güçlü ulus-devlet modelidir. Genelde proletarya diktatörlüğü olarak devlet, özelde onun en merkezi ve toplumun kılcal damarlarına kadar yansıtılmış biçimi olan ulus-devlet içten çöküşün ve çözülmenin temel nedenidir. Diğer nedenler tali rol oynar.”   Devlet ve demokrasi teorisindeki boşluk    Reel sosyalizmin çöküşünü, devlet ve demokrasi teorisindeki boşluklarla ilişkilendiren Abdullah Öcalan, “Reel sosyalizmin yüz elli yılı aşan tarihinin büyük fedakârlıklar pahasına kazanılmış değerlerini çürümeye ve kendi kendine çözülmeye terk etmesinin nedeni, bilimsel sosyalizmin devlet ve demokrasi konusunda kendi öz teorisinden yoksun bulunmasıdır” diye ifade ediyor.    Alman modeliyle gelen stratejik hata   Abdullah Öcalan,  Karl Marks ve Friedrich Engels’in tarihsel kararlarının sosyalizme verdiği zararı şu sözlerle değerlendiriyor: “Marks ve Engels 1870’lerin başında inşa edilen Alman ulus-devletini yücelttiklerinde ve örnek olarak sunduklarında, kendi elleri ve beyinleriyle insanlığın en iddialı ütopyalarından biri haline getirdikleri bilimsel sosyalizme en temel yanlışı yaptırmışlardı. Anarşistlerin, özellikle Bakunin ve Kropotkin’in kendilerine yönelik tarihsel eleştirilerini dikkate alsalardı, bilimsel sosyalizmin kaderi kesinlikle daha değişik ve başarılı olur; sosyalizmin özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi değerleri kapitalist modernite karşısında başarılı ve kalıcı bir alternatif sistem haline gelirdi. Bir bütün olarak kapitalist modernite unsurları karşısında demokratik modernitenin unsurlarının inşasında büyük gelişim sağlardı.    K. Marks ve F. Engels’in yaşamlarının son dönemlerinde bu temel eksikliğin farkına varır gibi olduklarını, özellikle ilkel komünal toplumdan çok şey öğrendiklerini, kapitalist aşamanın zorunlu olmadığını fark ettiklerini ve eski topluma dayalı sosyalizm biçimlerini denenmeye değer bulduklarını biliyoruz. Marks, Kapital’i devlet tahlili ile tamamlamak istemişti. Ömrünün buna yetmediği bilinmektedir. Engels ‘Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni’ adlı ünlü yapıtında bilimsel sosyalizme derinlik ve tarihsel boyut kazandırmıştı. Bilimsel sosyalizmde revizyonu kendilerinin değil Bernstein’ın yapması bilimsel sosyalist teori için büyük talihsizlik olmuştur. Daha sonraları derinleştirilen doğrular değil yanlışlar olmuştur. Özellikle Bernstein’ın demokrasi, Lenin ve Stalin’in devlet ve ulusal sorun konusundaki burjuva liberal yaklaşımları bilimsel sosyalizm tarihindeki en büyük sapma ve yanlışlıkları teşkil etmiştir. Sadece sapmaya düşülmemiş ve yanlışlıklar yapılmamış, temel doğruların yerine reel sosyalizm olarak inşa edilmişlerdir.”   Leonard Bernstein ve Vlademir Lenin arasında kaybolan demokrasi   Abdullah Öcalan, Vlademir Lenin’in Leonard Bernstein’a yönelik eleştirilerinin doğruluğunu kabul etmekle birlikte, alternatif bir çözüm üretilememesine dikkat çekiyor. Abdullah Öcalan şöyle devam ediyor: “V. İ. Lenin’in Bernstein’a yönelik eleştirilerinde doğrular vardı. Bernstein’ın sosyal demokrasi hareketini (O dönemde sosyalist partilere bu ad veriliyordu) burjuva liberalizminin kuyrukçusu ve sol uzantısı haline getirdiği biçimindeki eleştirileri doğruydu. Zaten daha sonraki gelişmeler bu görüşünü doğrulamıştır. Bernsteincı revizyonizm bir sağ sapmaydı ve bilimsel sosyalizme vurulan ilk ciddi darbeydi. Fakat bu darbenin çok etkili olmasının altında bilimsel sosyalizmin çok önemli bir eksikliği ve yanlışlığı yatmaktaydı. O da toplumsal demokrasinin olmayışı ve yerine ulus-devlet inşacılığının konulmasıydı. Bernstein’ı etkili kılan bu temel eksiklik ve yanlışlıktı. Bernstein sosyal demokrasiyi diktatörlük ve devlet kuramından uzaklaştırarak ve Alman ulus-devletini sosyal devlet doğrultusunda esneterek, diktatörlük konusundaki yanlışlığı aşmak ve demokrasi eksikliğini gidermek istiyordu. Her iki yaklaşımı da oportünistçeydi. Ama Lenin’in getirdiği doğru eleştiriler alternatif doğrulardan yoksundu.    Lenin’in burjuva demokrasisi ve sol uzantısı olan Bernsteincı sosyal demokrasi yerine önerdiği şey proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devlettir. Bu konuda Lenin büyük bir çıkmazdadır ve hayatı boyunca bu çıkmazı aşamamıştır. Proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devlet konuları Lenin’i çok uğraştırmıştır. Bu konularda büyük çabalar harcamış ama bir türlü doğru çözüme varamamıştır. K. Marks’ın Paris Komünü (1871) dolayısıyla ancak birkaç kez kavram olarak dile getirdiği proletarya diktatörlüğü, teorik açıdan incelenmiş bir konu değildi. Burjuvaziden esinlenerek, onların diktatörlüğü varsa neden proletaryanın da diktatörlüğü olmasın?’ denilerek kaba bir analoji yapılmıştı.”   Proletarya diktatörlüğü mü, demokratik toplum mu?   Sosyalist hareketin demokrasi anlayışındaki yapısal çarpıklığa değinen Abdullah Öcalan, “Lenin Sovyet deneyiminden sonra 1920’lerin başında sosyalist devlet teorisiyle uğraşmıştır. Ömrünün buna vefa etmediği bilinmektedir. Bu dönemde Kropotkin’in bizzat Lenin’e Sovyetler’in demokratik model olarak kurumlaştırılmasını ve kalıcı kılınmasını önerdiği bilinmektedir. Lenin bu öneriye pek kulak asmamış, özellikle Kropotkin’in anarşist kişiliğinden ötürü kuşkulu yaklaşmış ve sıcak bakmamıştır. Daha sonrası bilinmektedir. Stalin’in elindeki proletarya diktatörlüğü denilen ucube bütün devrimci demokratik ve sosyalist eğilimleri yutmuş ve en son Stalin’in kendisi de bu makinenin komplosu temelinde yutulmuştur. Lenin’in sosyalizme giden yolun en geniş demokrasiden geçtiğine dair söylemi vardır. Fakat bu söylemin üzerinden üstünkörü geçilmiş, teori ve pratiği yapılmamıştır.  Proletaryanın diktatörlüksüz ve devletsiz yaşayamayacağına kendilerini o denli inandırmışlardır ki, proleter demokrasi kavramını bile diktatörlük ve devlet biçimi olarak tanımlamaktan geri durmamışlardır. Demokrasiyi bir diktatörlük ve devlet biçimi saymışlardır. Kategorik yanlışlık buradadır. Tarihten de biliyoruz ki, demokrasi ne bir diktatörlüktür ne de devlet biçimidir. Tersine, hem diktatörlük hem de devlet karşıtı veya alternatifi olan bir toplumsal yönetim biçimidir. Demokratik toplum devletin veya diktatörlüğün olmadığı, en azından toplumla uzlaşı halinde olduğu yönetim sisteminin adıdır. K. Marks’tan Lenin’e kadar bilimsel sosyalistlerin geliştiremedikleri, yerine proletarya diktatörlüğünü ve sosyalist devleti ikame ettikleri şey demokratik toplum veya aynı anlamda sosyal demokrasi sistemidir. Bernsteincı revizyonizme fırsat sunan bu yöndeki büyük yanlışlık (proletarya diktatörlüğü ve sosyalist devlet), demokratik toplum veya sosyal demokratik sistemin eksikliğidir” diye belirtiyor.    PKK’nin ideolojik sentez krizi    Abdullah Öcalan, PKK'nin ideolojik çıkışındaki muğlaklığı, dönemin sosyalist etkilenmeleriyle birlikte şu ifadelere yer veriyor: “PKK’nin ideolojik oluşum sürecinde yaşadığı muğlaklık bilimsel sosyalizmin genelde yaşadığı ve belirtmeye çalıştığımız eksiklikleri ve yanlışlıklarından kaynaklanıyordu. Ulus-devletçi ideoloji ile demokratik toplumcu ideoloji iç içe karışık ve eklektik olarak bir arada bulunuyordu. Örnek alınan tüm komünist partiler ve işçi partileri reel sosyalizmin yaşadığı eksiklikler ve yanlışlıklardan paylarını almışlardı. Kuruluş aşamasında devletçi ideoloji ile demokratik toplumcu ideoloji arasında ayrım yapacak yetenek ve güçte değildik. Ders alınacak doğru bir örnek olmadığı gibi, tarihsel tecrübeyi doğru yorumlayacak bilgi birikimine ve teorik kapasiteye de sahip değildik. ‘Sömürge Kürdistan’ kavramına dayalı eklektik ulusal kurtuluş teorisinin pratik gerekleri belliydi. Uzun vadeli ulusal kurtuluş savaşına dayalı ulusal bir devletti hedeflenen. Afrika’da neredeyse her gün tekrarlanan ulusal kurtuluş savaşları ve sonrasında ilan edilen bağımsız devletler, Kürt ulusal sorununun çözümünde de başka hiçbir teoriye ve pratiğe ihtiyaç duymaksızın içine girilecek yolu yeterince açıklıyordu. Genel kurtuluş teorisine fazla dalmadan ulusal kurtuluş pratiklerini incelemek yeterli geliyordu. Ayrıca bahsettiğimiz büyük ustalardan (Lenin, Stalin) aldığımız icazet, gerekli olan tüm teorik gıdayı ve pratik kalıpları sunuyordu. Geriye kalan, bu ideolojik kapsamın gruplaşmasını hızla tamamlamak ve kitleye mal etmekti. Öyle de yapıldı.”   Dar gruptan kitlesel örgüte geçiş   PKK'nin ilk dönem örgütlenme ve taktiksel adımlarına işaret eden Abdullah Öcalan şu sözleri kullanıyor: “1973-1976 dönemini dar grup dönemi olarak alırsak, 1976-1978 yılları kitleselleşme dönemiydi. Her iki dönem de başarıyla atlatılmıştı. Sorun ondan sonra neyin nasıl yapılacağı sorunuydu. Gençlik grubundan ve kitlelere yayılımından sonra atılacak adım partileşme mi, askeri eylem örgütü mü sorusunun yanıtlanmasına bağlıydı. Bu teknik soruna partileşme biçiminde cevap vermeye çalıştık. Ne de olsa Vietnam Devrimi bu konuda oldukça başarılı geçen parlak bir örnek sunuyordu. Eylemler de olmuyor değildi. Türkiye Solunun ordu ve cephe örgütlenmeleri gibi deneyimleri de vardı. Bir nevi ulusal kurtuluş birliğiyle eylemler genişletilebilirdi. Bunlar dönemin ruhuna uygun gelişmelerdi. Başarılı bir deneyimi Kürdistan somutunda geliştiriyorduk.    Karşıdevrim cephesinden 12 Eylül askeri darbesinin ayak sesleri duyuluyordu. Maraş, Çorum ve Bahçelievler katliamları, çok sayıda devrimci genç ve aydının katledilmesi, yurtdışına açılmadan imha edilmekten kurtulma olasılığının bulunmadığını gösteriyordu. 12 Mart 1971 darbesi deneyimi yeterince öğreticiydi. Önder kadroların imha edilmesi örgütlerin belini kolay doğrultamayacaklarını göstermişti. 2 Temmuz 1979’da Suruç üzerinden Suriye’ye çıkışım uzun vadeli mücadele ruhuna da uygun düşüyordu. Uzun vadeli halk savaşı ve diplomatik destek için tam zamanında ve yerinde bir adım atılmıştı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleştiğinde tüm sol gruplar stratejik darbe yerken, PKK yeni ve daha umutlu bir döneme başlangıç yapıyordu. Açık ki, bunlar başarılı taktik adımlardı.”   Örgütlü isyan: Yeni bir çözüm modeli    Abdullah Öcalan, PKK'nin Kürt sorununa getirdiği yapısal çözüm perspektifini şöyle tanımlıyor: “1970-80 dönemini yeniden değerlendirdiğimizde, Kürt sorununun ilk defa dergi, gazete ve dernek konusu olmaktan çıkarılıp sınıf karakterli modern öncü bir parti örgütlenmesine ve bu örgütlenmeyle iç içe gelişen eylemli yapıya kavuşturulduğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Burada önemli olan, partinin güçlü örgüt ve eylem kapasitesi değildi. Çünkü bu nitelikte başka Kürt partileri de söz konusuydu. KDP ve TKSP türünden partiler çoktan vardı. Yenilik örgütlenme ve eylemliliğin ilk defa iç içe gerçekleştirilmesinden ileri geliyordu. Kürdistan coğrafyası ve Kürt toplum gerçekliği açısından bu yeni bir isyan, hem de öncü partili, örgütlü bir isyan ve savaş anlamına geliyordu. Savaşın uzun vadeli, stratejik aşamalı karakteri en azından teoride kabul edilmişti. Dönemin hem uluslararası hem de ulusal gerçekliğine uygun başarılı stratejik ve taktik adımlar söz konusuydu. Fakat gerçeklik ve irade görünüşte kendini böyle yansıtsa da, büyük endişeler ve eksiklikler derinden hissediliyordu.”   12 Eylül ve Kürdistan’da militarist düzen   12 Eylül darbesinin yarattığı ortamı ve Kürt halkı üzerindeki etkilerini hatırlatan Abdullah Öcalan, şunları dile getiriyor: “12 Eylül askeri darbesi olmuş ve devletin militarist yüzü bütün açıklığıyla sergilenmişti. Toplum gerçek hiyerarşik kocasına kavuşmuş gibi kendini rahatlamış hissediyordu. Kürdistan’da yakın geçmişte sergilenenler belliydi. İnkâr ve imha uygulamaları bütün şiddetiyle devredeydi. NATO’nun onayından geçmiş militarist faşizmin denemeyeceği baskı, şiddet, işkence ve katliam türü kalmayacaktı. Kürdistan ve Kürt gerçekliği söz konusu olduğunda, coğrafyadan ve tarihten silmeye kadar varan soykırımlar gündemdeydi. Ermeni, Rum, Süryani ve yakın dönem Kürt direnişlerinin başına gelenler hafızalarda tazeliğini koruyordu. Derin endişelerin kaynağı bunlardı. Temel eksiklik ise, içte ve dışta sağlamca dayanılacak güçlerden yoksun olmaktı.”   Yeni döneme belirsizlik hâkimdi   Abdullah Öcalan, dönemin uluslararası kamplaşmalarına ilişkin karamsarlığını şöyle aktarıyor: “Kapitalizm ve sosyalizm kamplaşması fazla umut vermiyordu. Revizyonizmin kokusu buram buram her tarafa sinmişti. Türk Solu iç ve dış nedenlerle tıkanmış ve stratejik darbe yemişti. Dolayısıyla PKK’nin önündeki yeni dönem meçhullerle doluydu.”   Yarın: Ortadoğu’ya açılan yolculuk