Çocuk panoraması: Her 4 çocuktan biri aç ve yoksul 2025-12-24 09:01:45   Büşra Turan   WAN - 2025 yılında çocuklara yönelik yaşanan gelişmeleri değerlendiren DEM Parti Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Beritan Güneş, "2025 yılı, çocuk hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yıllardan biriydi. Çocuk yoksulluğundan işçileştirmeye, istismara ve anadilinde eğitim hakkının gaspına kadar pek çok alanda çocuklar hedef alındı” dedi.    Türkiye’de 2025 yılında çocuklara yönelik hak ihlalleri, çalıştırılan çocukların yaşamını yitirmesi, yoksulluk ve cinsel saldırı vakaları son yılların en ağır tablosunu ortaya koyuyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre, 2024 Eylül-2025 Ağustos döneminde en az 72 çocuk, çalıştırılırken yaşamını yitirdi. FİSA Çocuk Hakları Merkezine göre ise yalnızca yılın ilk beş ayında en az 26 çocuk, çalıştırdıkları sırada ya da işyerlerinde meydana gelen kazalar nedeniyle hayatını kaybetti. Derinleşen çocuk yoksulluğu ise yine verilerle açığa çıkıyor. İstanbul Tabip Odası’nın raporuna göre, ülkede her 4 çocuktan biri yoksul, her 5 çocuktan biri aç. FİSA Çocuk Hakları Merkezi'nin 2025 yaz verilerine göre yalnızca Haziran-Ağustos aylarında en az 257 çocuk yaşamını kaybetti. Mevcut tablo, Türkiye’de çocukların yaşam hakkından eğitim hakkına, güvenlikten sağlığa kadar birçok alanda sistematik bir çöküşle karşı karşıya bırakıldığını gösteriyor.    Ajansımız her ay derlediği şiddet çetelesine göre ise Ocak 2025’ten Kasım ayına kadar en az 25 çocuk katledilirken, en az 27 çocuk ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.     Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Çocuk Komisyonu üyesi ve Mêrdîn Milletvekili Beritan Güneş ile 2025 yılının çocuk hakları tablosunu konuştuk.    “Devletin bir kez daha katlettiği çocuklarla yüzleşmediği, anılarına saygı duymadığı, Uğur’dan Ceylan’a, Cemile’ye kadar pek çok çocuğun katilinin yine yargılanmadığı bir yıldan bahsedebiliriz. Çocuklar aslında siyasi atmosferden, siyasi atmosferin yaymış olduğu gerilimden, ayrımcılıktan, nefret söyleminden ne yazık ki azade kalmıyor. İktidar, sürekli tek kültürün, bayrağın öne çıkarıldığı bir siyasi söylem ve atmosfer yarattı. Çocuk hakları sözleşmesinde yerini almış olan dil ve kültür haklarının, anadilde eğitim alma hakkının, yüzyıldır istikrarlı bir şekilde aslında Kürt çocuklarından ve anadili Türkçe olmayan çocuklardan alındığı bir hak ihlalinden bahsediyoruz.”   *Bu yıl çocukların yaşam hakkı, eğitim hakkı ve korunma hakkı açısından nasıl bir tablo ortaya çıktı? Hem ekonomik kriz hem de siyasal atmosfer çocuklar üzerinde nasıl bir etki yarattı?   2025 yılı çocuk gündemlerinin çok yoğun olduğu, kamuoyunda çocuğa ilişkin meselelerin çok yoğun gündeme alındığı bir yıldı. Çünkü çocuk hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yıllardan biriydi. Dönüp 2025 yılına baktığımızda, Narin Güran’la birlikte aslında çocuğun katledilmesinden, çocukların istismara uğramasından, eğitimde MESEM’lerle işçileştirilmesinden, aynı zamanda adalet sistemi içerisinde yapılmak istenen politikalardan, çocukların yetişkinlerle çarpık eşitlenmesine kadar pek çok alanda çocukları hedef alan uygulamaların hem iktidar düzeyinde hem de toplumsal düzeyde arttığını, yoğun hak ihlalleri olduğunu ifade edebiliriz. Tabi bu yoğun hak ihlallerinin başında yaşama hakkı geldi. Çocukları hedef alanlar, cezasızlık politikalarıyla korundular. Bu koruma çocukların toplum içerisinde daha fazla hedef alınmasına sebep oldu. Aynı zamanda gündeme yansıyan çok önemli durumlar da oldu. Fakat gündeme hiç yansımayan, adlarını hiç bilmediklerimiz ve yaşam hakkı ihlal edilmiş yine binlerce çocuktan bahsedebiliriz. Devletin bir kez daha katlettiği çocuklarla yüzleşmediği, anılarına saygı duymadığı, Uğur’dan Ceylan’a, Cemile’ye kadar pek çok çocuğun katilinin yine yargılanmadığı bir yıldan bahsedebiliriz. 2025 yılında eğitim başlığına biraz odaklanacak olursak, eğitim başlığı içerisinde bir buçuk milyon çocuğun eğitim dışında olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Aynı zamanda bir buçuk milyon çocuk eğitimin dışındayken, eğitimin içinde olan çocukların da yaklaşık 400 bininin MESEM’lerle işçileştirildiğini görüyoruz. Bu dönemin eğitim gündeminin en büyük başlığı ve en can yakan başlığının MESEM’ler olduğunu düşünüyoruz. İşçileştirilmiş çocuk artık meşrulaştırıldı, devletin bir mekanizması haline getirildi. Dolayısıyla devlet eliyle ve devlet politikalarıyla çocuk emek sömürüsü ve işçileştirilmenin zemini açıldı. Bu zemin ilk zamanlarda iyi bir politikaymış, dünyada da benzerleri varmış gibi yansıtılsa da, aslında gerçekler ve uygulanma biçimi ile dünyada eşi benzeri olmayan bir emek sömürüsüne ve çocukların yaşam ve hak ihlallerine sebep oldu. MESEM mekanlarında, en son Muhammed örneğinde Urfa'da gördüğümüz gibi tecavüze, tacize varana kadar çok ciddi ihmallerin yaşandığına hep birlikte tanıklık ettik. Eğitimin içerisinde olan çocuklarda ise yeni müfredat olarak adlandırılan ve "Yeni Yüzyıl Maarif Modeli" olarak karşımıza çıkan, ama sadece çocuklara tekçi bir anlayışı, cinsiyetçi bir yaklaşımı, mezhepçi yaklaşımı dayatan, itaati aslında çocuklara öğreten ve çocukları ideolojik bir taşıyıcı olarak konumlandıran bir maarif modeli ile karşı karşıyayız.   Bir yandan ekonomiye bakacak olursak, çocuk yoksulluğunun Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) rakamlarına göre bile sondan 3’te olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Yani Türkiye’de çok yoğun bir çocuk yoksulluğu var. Bunun karşısında, daha geçen günlerde bir öğün ücretsiz yemek için itirazlarımızın mahkemenin ret talebiyle karşılaştığını görüyoruz. Çocuk yoksulluğunun çok derin olduğu bugünlerde devletin henüz ilkokul, ortaokul seviyesinde ya da liseyi de dahil edecek olursak okuyan hiçbir çocuğa ücretsiz bir öğün yemeği sunmadığına dair savunmalar yaptığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Özelinde Türkiye’ye bakacak olursak, çocuk yoksulluğunun en derin olduğu yerler yüzde 78 ile Diyarbakır, yüzde 76 ile Şırnak ve ardından Mardin, Van takip ediyor. Türkiye ortalaması çocuk yoksulluğunda yüzde 33’lerdeyken, Diyarbakır'daki çocuk yoksulluğunun yüzde 78 olması bize çok açık bir şeyi gösteriyor. Çocuk düzeyinde bile bölgesel eşitsizlikler çok derin işleniyor. Diyarbakır'daki bir çocuk ile Ankara'daki bir çocuğun yaşadığı yoksulluk aynı değil ve bunun eseri ne yazık ki mevcut siyasal tablo diyebiliriz. Çocuklar aslında siyasi atmosferden, siyasi atmosferin yaymış olduğu gerilimden, ayrımcılıktan, nefret söyleminden ne yazık ki azade kalmıyor. İktidar, sürekli tek kültürün, bayrağın öne çıkarıldığı bir siyasi söylem ve atmosfer yarattı. Çocuklardan bahsedecek olursak, 22 yaşındaki bir gencin bile doğduğu günden itibaren AKP iktidarıyla yönetildiğinin farkına varmamız gerekiyor. Dolayısıyla, bir 'ak kuşak' yaratmak istediler. Ancak bu yaratmak istedikleri kuşağın bir kısmında çeteleşme, çocuk yoksulluğu ve siyasi kırılmalar gibi sosyolojik sorunlar ortaya çıktı. Bu süreçleri hep birlikte gözlemleyebiliyoruz. Çocukları sorunlarıyla yalnız bırakan, bu sorunları derinleştiren bir aklın bütçeyi hazırladığını ve Meclis’e getirdiğini görüyoruz. Aynı zamanda çok önemli bir mesele var ki, bunu da siyasetten bağımsız değerlendiremeyiz, o da anadilinde eğitim hakkı. Çocuk hakları sözleşmesinde yerini almış olan dil ve kültür haklarının, anadilde eğitim alma hakkının, yüzyıldır istikrarlı bir şekilde aslında Kürt çocuklarından ve anadili Türkçe olmayan çocuklardan alındığı bir hak ihlalinden bahsediyoruz. Ne yazık ki bu siyasi, ırkçı zihniyet 2025 yılında da çocukları etkilemeye devam etti. Bu boyutlarıyla ele aldığımızda ve bir de işin içerisine cinsel istismarı, ihmali ve bunun karşısındaki cezasızlık politikalarını eklediğimizde, Şırnak'ta yaşanmış olan ve 38 öğrencinin cinsel taciz şikayetiyle bir öğretmene açılmış olan davadan bile beraat etmesi, bize bir kez daha özel savaş politikalarıyla çocukların nasıl hedef alındığını bu tablo içerisindeki en kritik başlık olarak karşılıyor. Ve elbette uyuşturucu. Çocuk konuşurken uyuşturucu konuşmamayı çok isterdik, fakat ne yazık ki gerçekler bunun böyle olmadığını her fırsatta verilerle karşımıza çıkarıyor. Madde kullanım yaşının 9 yaşa kadar düştüğünü biliyoruz. Maddeye erişimin bugün ekmeğe erişim kadar kolay olduğunu biliyoruz. Bunun, aynı zamanda özel savaş politikalarıyla ne denli bağlantısının olduğunu biliyoruz.   “Öncelikle iktidarın çocuk yoksulluğunu inkar etmemesi gerekiyor, yüzleşmesi gerekiyor ki yoksulluğa giden kök nedenleri bulabilsin. Bu noktada tabii ki bizim en önemli projemiz, okullarda ve çocukların olduğu her yerde ücretsiz bir öğün sıcak yemeğin çocuklara verilmesi ile en azından o yoksulluğu ve eşitsizliğin bir nebze de olsa dengelenmesi ile ilgili.”   *Çocuk yaşta çalıştırılmayı sona erdirmek, çocukları güçlendirmek ve sosyal koruma mekanizmalarını yeniden kurmak için acil ve uzun vadeli çözüm önerileriniz nelerdir?   Bizim, çocuk yoksulluğuna dair araştırma komisyonu önerilerimiz bile AKP-MHP oylarıyla reddediliyor. Dolayısıyla çocuk yoksulluğundan bihaber bir AKP iktidarı var. Daha kötüsü, çocuk yoksulluğundan bihaber olduğu gibi, suçla mücadele ederken de bunun ne kadar bir kök neden olduğunun da farkında olup bunu düzeltmek yerine çocuğu yargılamayı tercih eden bir siyasi aklın olduğunu söylememiz gerekiyor. Yoksulluk, başlı başına bir risk faktörü. En son Milli Eğitim Bakanı yapmış olduğu açıklamada, “Biz okullarda bir öğün ücretsiz yemek versek dahi bunu çocuklar yemez” açıklamasında bulundu. Çocuklar açlıktan bayılıyor. Yemek seçme şansı olmayan çocuklar var. Eğer bir bakan kalkıp çocuklara verdiğimiz yemeği zaten yemezler diyebiliyorsa, o zaman burada çok büyük bir inkar vardır. Öncelikle iktidarın çocuk yoksulluğunu inkar etmemesi gerekiyor, yüzleşmesi gerekiyor ki yoksulluğa giden kök nedenleri bulabilsin. Bu noktada tabii ki bizim en önemli projemiz, okullarda ve çocukların olduğu her yerde ücretsiz bir öğün sıcak yemeğin çocuklara verilmesi ile en azından o yoksulluğu ve eşitsizliğin bir nebze de olsa dengelenmesi ile ilgili.   “Ayrımcılık katmanlı ilerleyen bir realiteye sahip ve dolayısıyla mülteci çocuklar da ne yazık ki bu katmanlar içerisinde ayrımcılığın en çok uğradığı, en çok ayrımcılığa maruz kalan gruplar içerisindedir. Yoksulluk varsa, mülteci çocuklar arasında bu yoksulluk çok daha fazladır. Eğitime erişememe problemi varsa, mülteci çocuklar arasında bu problem çok daha fazla.”   *Bu çocukların maruz bırakıldığı ayrımcılığı, güvencesizliği ve sömürüyü nasıl tarif edersiniz? Mülteci çocukların bugün ülkede en görünmez kılınan hak ihlalleri nelerdir?   Ayrımcılık katmanlı ilerleyen bir realiteye sahip ve dolayısıyla mülteci çocuklar da ne yazık ki bu katmanlar içerisinde ayrımcılığın en çok uğradığı, en çok ayrımcılığa maruz kalan gruplar içerisindedir. Yoksulluk varsa, mülteci çocuklar arasında bu yoksulluk çok daha fazladır. Eğitime erişememe problemi varsa, mülteci çocuklar arasında bu problem çok daha fazla. Adaletten sağlığa, ekonomiye kadar mülteci bir çocuk olmanın faturası ne yazık ki çok ağır. Fakat bunu onaracak politikalar arayacakken biz, bu politikanın da olmadığını, aksine iktidar ve muhalefet tarafından mültecilere yönelik nefret söyleminin her gün bir kez daha, bir dozunun biraz daha arttığını görebiliyoruz. Mülteci çocukların güvencesiz çalışması ve bir normalleşme içerisinde görünmesi var. MESEM’ler ile kurulan döngü içerisine mülteci çocuklar dahil edilemiyorlar. Katmerleşmiş ayrımcılık sebebiyle, bu durum tabloyu daha vahim bir hale getiriyor. Mülteci çocuklar mevcut durumda işçileştirilmiş, çok kötü koşullarda, ne yazık ki bir ekmek parasına çalışmak durumunda kalıyorlar.   “Çocuklara yönelik ihmal ve istismarın artmasının en büyük sebebi, iktidarın bu meseleyle mücadele etmemesi, cezasızlıkla faillerinin korunuyor olmasıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilmesi, yeni bir toplum dizayn etme yolunda kadına ve çocuğa yönelik suçları cezasız bırakma, tam bu ideolojik meselenin bir parçasıdır diyebiliriz.”   *Aile içinde, okulda, sokakta artan taciz ve tecavüz vakalarını neye bağlıyorsunuz? Çocuklara yönelik suçlarda toplumsal refleksin zayıflaması, kanıksama ve cezasızlık döngüsü nasıl kırılabilir?   Çocuklara yönelik ihmal ve istismarın artmasının en büyük sebebi, iktidarın bu meseleyle mücadele etmemesi, cezasızlıkla faillerinin korunuyor olmasıdır. Toplum çünkü yapıp edilenlerle kendini var eden bir oluşum. Şu anki mevcut durumda iktidar ne yazık ki çocuk faillerini, istismarcılarını cezalandırmıyor, cezalandırsa dahi çok cüzi miktarlarla cezalandırılıyor. Daha dün Adalet Komisyonu’ndan geçmek istenilen pakette, kadına ve çocuğa yönelik suçluların ceza indiriminden faydalanması konuşuldu. Eğer biz kadına ve çocuğa suç işleyenlere ceza indirimi uygulayacaksak, o zaman demek ki bu normaldir. Dolayısıyla kadın örgütlerinin, DEM Parti’nin ve sivil toplum kuruluşlarının yoğun muhalefetiyle bu madde geri çekildi. Fakat bunu yapmak isteyen aklın hala daha iktidarda olduğunu da unutmamak gerekir. Hem çocuklara hem kadınlara yönelik şiddetin artmasındaki birincil sebep, iktidarın politikalarıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilmesi, yeni bir toplum dizayn etme yolunda kadına ve çocuğa yönelik suçları cezasız bırakma, tam bu ideolojik meselenin bir parçasıdır diyebiliriz.   “Bu bütçe, bizzat savaşın bütçesi. Çünkü bütçenin büyük bir kısmının savaşa, militarizme ayrıldığını görüyoruz, yaklaşık yüzde 11 oranıyla. Tek bir çıkış yolunun olduğu, onun da demokratik toplum ve barış süreci olduğunu her fırsatta ifade ediyoruz.”   *Savaşa ayrılan bütçe ve çocukların bütçe dışında bırakılması hakkında ne düşünüyorsunuz?   2026 yılı bütçesinin, ne kadınlar için ne çocuklar için ne de gençler için bir bütçe olmadığı çok açık bir şekilde ifade edilir. Bu bütçe, bizzat savaşın bütçesi. Çünkü bütçenin büyük bir kısmının savaşa, militarizme ayrıldığını görüyoruz, yaklaşık yüzde 11 oranıyla. Bir yandan genç intiharları, genç göçleri, gençlerin işsizliği toplumun en büyük sorunu iken neden barışın ve demokratik toplumun konuşulduğu bu günlerde savaşın bütçesi hazırlanıyor? Soframızdan eksilen ekmeğin, eğitimimizden kesilen kalitenin, sağlığımızdan kesilen bütçenin bizler artık kurşuna gitmemesi için, bugün tek bir çıkış yolunun olduğu, onun da demokratik toplum ve barış süreci olduğunu her fırsatta ifade ediyoruz.   Buradaki en temel sorunlardan biri olan, çocukların müstakil bir bakanlığının olmaması ile ilgili. Çocukları ilgilendiren her bir konunun bakanlıklar arasında paylaşıldığı, bölük pörçük ve her bir bakanlıkta da çocukların bütçesinin kısıldığı bir gerçekle karşı karşıyayız. Yani politikasızlıktan ve aynı zamanda bütün bütçenin neredeyse en önemli kaynaklarının savaşa ve başka savaşın bakanlıkları arasında paylaşılması sebebiyle ne yazık ki yine çocuklar dışarıda kalıyorlar, dışarıda bırakılıyorlar. 2026 bütçesi bu durumdayken, çocukların problemlerini nasıl çözeceksiniz sorusu gerçekten önemli bir soru. Halkların bu bütçeye şerhi var diyebiliriz.   “Çocukların en büyük ihtiyacının da bugün barış içerisinde bir yaşam olduğunu, barışa giden yolu çocuklar için ve çocuklarla birlikte inşa etmenin çalışmalarını yapacağımızı ifade etmek isteriz.”   *2026’ya girerken çocukların geleceğine dair nasıl bir toplumsal-siyasal program hayal ediyorsunuz?   2026 yılının, hem mevcut bütçe değerlendirmelerinden hem de 2025 yılının çocuklar açısından vahim tablosunu anlatırken, bizlerin DEM Parti Çocuk Komisyonu olarak, hem topluma, hem kadınlara hem de gençlere yeni bir yaşam sahamız var. Bu yeni yaşama giden en önemli yol haritasının da Sayın Abdullah Öcalan tarafından 27 Şubat’ta açıklanan “Barış ve Demokratik Toplum İnşa Süreci” olduğunun bir kez daha altını çizmemiz gerekir. Biz, çocuklar için bir bakanlığın inşa edilmesini, çocuklar için özel bir bütçenin ayrılması gerektiğini, çocuklara dair suç meselesi bu kadar gündemdeyken, ihmal ve istismar bu kadar gündemdeyken, çocuk iş cinayetleri gibi bir realite varken, çocukların bütçesinin olmaması demek, bütün bu var olan realitelerin daha da derinleşmesi demek. Dolayısıyla 2026 yılında vereceğimiz mücadelede, her zaman çocukların, kadınların ve gençlerin kendine özgü bir bakanlıkla temsil edilmesi gerektiğini, bu bakanlıkların özel bir bütçe ayırması gerektiğine; Şiyar Be platformlarıyla toplumun en önemli meselelerinden biri olan uyuşturucu ile mücadele etmeyi hedefliyoruz. Aynı zamanda bir öğün ücretsiz yemek kampanyasını daha güçlü yapacağız. Genel itibariyle, çocuklara ilişkin problemler çözülmeden zaten topluma dair problemlerin hiçbir zaman çözülemeyeceğini biliyoruz. Çocukların en büyük ihtiyacının da bugün barış içerisinde bir yaşam olduğunu, barışa giden yolu çocuklar için ve çocuklarla birlikte inşa etmenin çalışmalarını yapacağımızı ifade etmek isteriz.