
EMEP’li Sevda Karaca: Taraf olmalı ve mücadeleyi ortaklaştırmalıyız
- 09:03 26 Mayıs 2025
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA - EMEP Milletvekili Sevda Karaca süreç tartışmalarına ilişkin taraf olmanın ve mücadeleyi ortaklaşmanın bir zorunluluk olduğunu söyleyerek, yapacaklarına dair de “Önümüzdeki günlerde ‘İşçiler Barışı Konuşuyor’ toplantıları, konferanslar, çalıştaylar yapacağız. İşçi sınıfının en temel mücadele talepleriyle, bugün Kürt halkının talepleri arasındaki ortaklık zeminini konuşmak, tartışmak, işçi sınıfının bu noktada taraf olmasının neden hayati olduğunu bilince çıkartmak istiyoruz” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı doğrultusunda başlayan sürecin bir sonucu olarak, PKK, 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği 12’nci Kongre’sinin sonuç bildirgesini açıklayarak, örgütün yapısının feshedildiğini ve silahlı mücadelenin sonlandırıldığını duyundu. Kongre, kararlarının ardından Meclis zemininde artık somut çözüm ve demokrasi tartışmalarının başlatılması beklenilirken iktidardan yana henüz bir hareketlilik söz konusu değil.
Emek Partisi (EMEP) Dîlok Milletvekili Sevda Karaca, yaşanan gelişmelere ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
“Güvensizlik yaşayan, AKP'den olmaz diyen geniş bir toplumsal kesim var ve kaygılarında haksız değiller, bu kaygılar nesnel kaygılar ama bir de irade gerçekliğimiz var. Tarihi egemenler yazmaz sadece. Yeni bir eşik tartışması esasen mücadelede yeni bir eşik anlamına geliyor ve bu eşikte her birimize, sosyalistlere, bu ülkenin tüm yurttaşlarına, yurtseverlerine, aynı zamanda ülkenin emek demokrasi güçlerine önemli görevler düşüyor."
*Öncelikle şuradan başlayalım. 27 Şubat çağrısı yapıldı ve PKK Kongresini toplayarak feshi kararını açıkladı. PKK’den gelen bu adımı parti olarak nasıl değerlendirdiniz?
Bugün bir eşikteyiz ve bu eşik aslında memlekette 40 yıldır çok derin acılar yaşadığımız bir sürecin sonunda gerçekleşiyor ve bu bir son değil. Geldiğimiz noktada artık barışın, Kürt sorununda demokratik çözümün ne olduğunu, Türkiye'nin demokrasi sorunuyla Kürt sorununun çözümü arasında nasıl bağının olduğunun öncesine göre daha açık konuşulmasının imkanlarının olduğu bir eşikteyiz ama bu aynı zamanda bir mücadele eşiği. Daha doğrusu mücadelenin artık eşik atlaması gereken bir süreç. PKK'nin yaptığı kongre ve sonrasındaki bütün tartışmalar bize şunu çok açık bir biçimde gösterdi. Nihayetinde bu, aynı zamanda bir çağrı niteliği de taşıyor ve her ne kadar AKP iktidarı, Cumhur İttifakı bütün bu süreci “Terörsüz Türkiye” parantezine alıp yaşananlara ve yaşanacaklara bir iktidar ipoteği koymaya çalışıyor olsa da bugün geldiğimiz noktada Kürt halkının, bu ülkenin emek demokrasi güçlerinin, sosyalistlerinin ortak mücadelesinin yarattığı bir mücadele zemini var. Bir varlık mücadelesi zemini var. O varlık mücadelesi zemini, bugün hem Orta Doğu'daki gelişmeler hem ülkemizdeki gelişmeler dolayısıyla bu aşamaya getirdi bizi. Yani sadece nesnel olarak bölgedeki ve ülkedeki gelişmeler değil, 40 yıldır Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek verdiği varlık mücadelesi bu eşiği getirdi. İktidarın bu mücadelenin üstünü kapatarak, demokratik talepleri görünmez kılarak “Terörsüz Türkiye” parantezine alma çabası, tartışmaları, somut talepleri, atılması gereken adımları uzak bir geleceğe hapsedip, konuyu sadece silah bırakma, PKK'nin kendisini feshetmesi ve bir bakıma da teslim olma çağrısına indirgenmesi çabası.
Yeni bir mücadele eşiği derken, bu eşiğin önümüzdeki sürecin her birimize, bu ülkenin yurttaşlarına, yurtseverlerine, sosyalistlerine, emek demokrasi güçlerine birleşik bir mücadele çağrısı niteliği de taşıdığını düşünüyoruz. Kürt sorununun demokratik, halkçı çözümü, ülkenin pek çok demokrasi sorunuyla iç içe geçmiş bir sorun. Gerçek bir çözüm için bu ülkenin bütün yurttaşlarının tartışmalara, mücadeleye, ortak taleplere taraf olması zorunluluğu var. İktidara yönelik güvensizlik açık, ama iktidarın çeşitli zorunluluklarla açmak zorunda kaldığı çözüm tartışmasında, biz de, geniş halk kesimleri, emekçiler de iktidarın “Terörsüz Türkiye” parantezine hapsolursa, işte o zaman gerçekten iktidarın kendi bekası, Orta Doğu'da oynamak istedikleri yayılmacı rol, ülkede muhalefeti dizayn etme amacına giden yol açılır. Halkın geniş kesimlerinin, emekçilerinin, muhalefet güçlerinin taraf olmadığı, süreci yeni bir mücadele süreci olarak görmediği ve demokratik taleplerle mücadeleyi iktidar üzerinde bir baskı unsuru olarak büyütmediği durumda, memleketin bütün yurttaşlarının hak ettiği, bütün yurttaşlarının paydaş olmak durumunda olduğu barışa gidecek yolun aslında yurttaşlardan kaçırılması, iktidarın kendi “barışını” hem Türkiye halklarına hem bölge halklarına dayattığı bir süreç yaşama ihtimalimiz var. Güvensizlik yaşayan, AKP'den olmaz diyen geniş bir toplumsal kesim var ve kaygılarında haksız değiller, bu kaygılar nesnel kaygılar ama bir de irade gerçekliğimiz var. Tarihi egemenler yazmaz sadece. Tarihsel kazanımlar, egemenlerin planları karşısında ezilenlerin ortak mücadeleyle neyi kazandıklarıyla belirleniyor. Geldiğimiz noktaya kadar halkın geniş kesimlerinden kaçırılmak istenen, onların taleplerini, mücadelelerini görünmez kılarak ilerletilmek istenen bu iktidar planının karşısına halkın gerçek barış planının, bu planın gereği olan ortak taleplerinin ve elbette bu ortak taleplerin kazanılmasını mümkün kılacak ortak mücadele zemininin tam bu eşikte çok daha yakıcı bir gündem olması gerekiyor.
"Sürekli 'Hele bir PKK kongresini yapsın, hele bir silah bıraksın, şu olsun bu olsun ondan sonra bakarız' diye diye sürekli beklenti yaratan iktidar, PKK kongresi ve yapılan açıklamalar itibariyle artık çözüm sürecinin ilerletilmesi için yapılacak olanların esas sorumlusudur. Sorumluluktan kaçıp, kenara çekilemez."
*Gelen kararın ardından Meclis’te bir komisyon kurulması talebi gündemde fakat bu sürece hala olumlu yanıt gelmedi. Süreç için bu komisyonun kurulması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Mesele sadece silahların susması değil. O silahların neden meydana çıktığını, neyin onu koşulladığını; silahların bir daha konuşmaması için gerçekten ne yapılması gerektiğini tartışmak gerek. Bu, toplumsal bir tartışmayı gerektiriyor. Halkların, bu ülkenin ezilenlerinin, savaş koşullarından en çok zarar görenlerin savaşın bitmesi noktasındaki fikirlerinin, taleplerinin görünür hale, bir tartışma noktası haline gelmesi gerekiyor. Meclis'in sorumluluğuna yıllardır barıştan, demokrasiden, eşitlikten yana tüm muhalefet güçleri dikkat çekiyor zaten. Kürt sorununda çözüm, barış tartışmalarının yapıldığı her tarihsel dönemeçte de buna dikkat çekildi. Şimdi de 'Hele bir PKK kongresini yapsın, hele bir silah bıraksın, şu olsun bu olsun ondan sonra bakarız' diye diye sürekli beklenti yaratan iktidar, PKK kongresi ve yapılan açıklamalar itibariyle artık çözüm sürecinin ilerletilmesi için yapılacak olanların esas sorumlusudur. Sorumluluktan kaçıp, kenara çekilemez. Meclis'in barışın inşa edilmesi, barış tartışmasının koşullarının yaratılması, bu tartışmanın geniş halk kesimlerinin dahil olabilmesi için engellerin ortadan kaldırılması noktasında çok önemli bir görevi var. Ama bu görev, halihazırda tümüyle antidemokratik olan bu Meclis’in prototipinde bir komisyonla yerine getirilemez, o prototipin ötesine geçecek bir halk katılımının önünün açılmasına, demokratik bir zeminin asgari düzeyde bile olsa sağlanmasına ihtiyaç duyuyoruz. Meclis'in süreçte halkın katılımını, barışın inşa edilmesi, barışın koşullarının yaratılması sürecinin önündeki engellerin temizlenmesi noktasında çok önemli bir görevi var. Bakın, "barışın ve demokratik çözümün gerçekleşmesi" demiyoruz, çünkü bu gerçekten uzun bir mücadele süreci, barışın koşullarının yaratılması sürecinin önündeki engellerin kaldırılması, barış yolunun açılması için atılması gereken adımların sorumluluğu elbette ki Meclis'te. 40 yıldır çatışmalı süreçlerde hep muhatabın Meclis, siyaset olduğunu, demokratik koşullar içerisinde oluşturulacak bir tartışma zemininin halkın taleplerinin karşılanması, bu taleplerin toplumsallaşması, bu talepler için mücadelenin önündeki baskıcı engellerin kaldırılması için çok elzem olduğunu dile getirdik. Bu açıdan Meclis’te bir komisyon ve onunla beraber toplumun her kesiminin tartışmaya dahil olabileceği araçların yaratılmasını çok önemsiyoruz.
Devlet Bahçeli'nin bugün ortaya koyduğu komisyon ise bugün bütün antidemokratik uygulamaların adeta damga pulu yalayıcısı haline getirilmiş olan Meclis'in bir prototipini öneriyor. Her siyasi partinin yer alacağı bir komisyon önemlidir. Meclis'in muhataplığını koymak, bir taraftan da bu zamana kadar ortaya koyduğumuz talebe bir karşılık vermek anlamına gelir. Ama bugün Meclis prototipinde bir komisyona değil, onun ötesine geçecek bir çalışma ve müzakere masasına ihtiyaç var.. Bu ülkede işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, ezilenler, üretici köylüler, LGBT'ler, hakkı gasp edilmiş, varlığı inkâr edilmiş bütün kesimlerin toplumsal bir barış inşası sürecinde açık bir biçimde taleplerini ortaya koyabileceği, dahil olabilecekleri, sürecin bir parçası olabileceklerini hissettikleri mekanizmalara ihtiyacımız var. Sadece Meclis’te temsil edilen partilerin temsilcileriyle ve yine Meclis iç tüzüğüne uygun bir biçimde çoğunluk olanın daha çok söz sahibi olabildiği bir komisyon olarak kurulmasının gerçek bir yol temizliği için bir oyalama olacağını düşünüyoruz. O nedenle böylesi bir komisyonun geniş halk kesimlerinin Kürt sorununun çözümü, barış ve müzakereler konusunda, demokratik bir ülke için gerekli koşullar konusundaki taleplerini, fikirlerini, çağrılarını, duygularını açık bir biçimde konuşup tartışabilecekleri bir zemin olduğu koşulda önemli olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir komisyon için de sadece top Meclis’teki partilere atılamaz. Bunu emek-demokrasi güçlerinin, kadın örgütlerinin, gençlik örgütlerinin, üretici köylülerin, inanç gruplarının talep etmesi lazım. Böylesi bir komisyonun kurulması sürecinde gerçekten de orada varlık gösterebilmenin koşullarını yaratılabilmesi için talepkar olunmalı.
“Çözüm müzakere süreçlerinde halkın katılımının, emekçilerin taleplerinin, varlığının, onların örgütlenme olanaklarının da bu sürecin bir parçası olarak görülebildiği koşullarda gerçek bir demokratikleşmeden bahsedebileceğimizi söylüyoruz. Bu tartışma bizim için aynı zamanda Kürt sorunun demokratik çözümü tartışması.”
*Barış ihtimalinin konuşulduğu andan itibaren ekonomide dalgalanmalar da yaşandı. Sizce bu sürecin emekçiye, işçiye, bir bütün olarak ekonomiye olumlu yansıması olur mu?
Her durumda silahların susması, barışın imkanlarının daha tartışılabilir hale gelmesi, demokratik çözümün olanaklarının artması işçi ve emekçilerin iş, ekmek, örgütlenme mücadelesinin zeminini güçlendirir. Bugün memlekette en küçük bir hak arayışının tepesine indirilen "terör" ve "güvenlik" sopasının ikiyüzlülüğü daha açık hale gelir. Hak mücadelesinin zemini gelişir. Ancak şu tabloyu da görmezden gelmemeliyiz. Son 10 yıldır özellikle Kürt illerinde, bir bütün olarak da Orta Doğu coğrafyasına etki edebilecek bütün bölgelerde Türkiye sermayesinin açık bir yağmasını, müthiş bir talanını görüyoruz. Bu süreç, bölgenin kalkınması, işsizliğin azaltılması, hizmet götürmek, bölgenin olanaklarını arttırmak gibi sunuldu ama aslında bölgenin sermayenin vahşi talanına açılması, bölge halkının ucuzun ucuzu emek gücü haline dönüştürülmesi, kaynaklarının yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmesi idi. Bakın, Gabar'da çıkarılan petrolden tutalım da, Cudi Dağları'nda yapılan bütün o ağaç kıyımlarına, bölgede özelleştirilen elektrik kaynaklarının bakımsız trafolarından çıkan yangınlar dolayısıyla köylülerin kullandığı meraların talan edilip oraların ileriki süreçlerde organize sanayi bölgesi haline getirilecek olmasından tutalım da bölgenin bir açık teşvik bölgesi haline getirilerek kent çeperlerinde ucuz emek gücünün depolanacağı organize sanayi bölgelerinin açılması, bölgesel asgari ücret tartışmasının yapılmasına kadar bir dizi şeyi zaten 10 yıldır aşama aşama gerçekleştirdiler. Bu süreç farklı sınıflardan Kürt halkı için farklı yaşandı, farklı sonuçlandı.
Bakın Urfa'da örneğin tekstil sanayindeki korkunç koşullar Bangladeş'i aratır duruma geldi. Van'da kurulan tekstil bölgesinde örneğin halkın vergilerini peşkeş çekerek sermayeye sıfır maliyetle fabrikalar açma olanağı sağlandı, o özel sanayii havzası ilan edilen bölgelerde üç kuruşa çalıştırılan işçilerin patronlara maliyeti sıfırlandı, hazineden karşılandı. Tarımdaki çökertme süreci, köylülerin kendi topraklarında büyük tarım tekellerinin kölesi haline gelmesine ya da ucuz işgücü olarak bu özel sanayii havzalarına göçe neden oldu. Suriye'de savaşa burnunu sokan Türkiye, bölgeyi yatırım ve teşvik bölgesi ilan ederek sermayedarlara yeni pazarlar, alanlar açtı. Basit bir örnek; Suriye'de yaşanan gelişmeleri Antep'te büyük halı patronları alkışlayarak karşıladılar çünkü Antep'te daha da ucuzlaştırmak istedikleri, ama direnişle karşılaştıkları için gerçekleştiremedikleri emek gücünün dayanağını artık Suriye halklarında bulabileceklerini düşünüyorlar, bölgede yeni fabrikalar açmak için çoktan yeni teşvikler talep etmeye başladılar bile. İstanbul'da işçi maliyetlerinden şikayet eden patronlar, oradaki fabrikalarını kapatıp bölgede fabrikalar açmaya başladı. Örneğin Çorlu'da ücret artışı isteyen tekstil işçileri, "Burayı kapatır Batman'a taşırım fabrikayı, orada daha ucuza işçi çalıştırırım, sendikayla da uğraşmam" diye tehdit edilebiliyor. Gerçekten de Batman'da işçiye daha az ücret dayatılıp, daha fazla hak gaspı yapabileceklerini düşünüyorlar. Maden şirketleri bölgeyi yağmaya hazırlanıyor, bunun için peş peşe yasalar geçiyor Meclis’ten. Dolayısıyla bölgenin hem yerli hem uluslararası sermaye açık bir bakir peşkeş alanı olarak kurgulandığı bir sürecin içinde biz bu çözüm tartışmalarını yapıyoruz. Önümüzdeki dönem bu sermayenin açık yağmasının yaratacağı etkilerden Kürt emekçilerle, Kürt patronlar birbirinden farklı biçimlerde etkilenecekler. Patronlarla emekçilerin sınıfsal çıkarları asla ortaklaşamaz. Elbette ki sınıfsal farklılıkların yaratacağı farklı talepler, farklı mücadele gerekleri, çözümden beklentinin sınıfsal olarak da farklı olacağı, bunun daha belirginleşeceği koşullar da ortaya çıkacak.
İzmir ve Gabar’daki emekçiyi birleştiren bir zemin
Bu süreç eğer açık bir biçimde iktidarın temsilcisi olduğu sermayenin planları karşısında, bölgenin açık yağması, vahşet düzeyinde sömürülmesi planları karşısında Kürt emekçilerin, Kürt gençlerinin, Kürt kadınlarının hem emeklerine sahip çıkma olanakları, hem de sınıfsal olarak karşı karşıya kalacakları büyük saldırının karşısına özgün sorunları olan bir sınıf olarak çıkabilecekleri örgütlülüklerini yaratmadığımız koşullarda maalesef açık talan politikası devam edecek. Ekonomik büyüme işçilerin canı, memleketin talanı pahasına olabilir ama emekçilerin bundan ne kadar pay alacağı mücadele olanak ve araçlarının gelişkinliğiyle ilgili. Mehmet Şimşek programı da zaten bunu öngörüyor. Tam da bu yüzden bu çözüm müzakere süreçlerinde emekçi halkın katılımının, işçilerin taleplerinin, varlığının, onların örgütlenme olanaklarının da bu sürecin bir parçası haline geldiği koşullarda gerçek bir demokratikleşmeden bahsedebileceğimizi söylüyoruz. Yani bu tartışma evet Kürt sorunun demokratik çözümü tartışması, Kürt halkının varlığının, dilinin, kültürünün tanınması, hukuken garanti altına alınması tartışması olduğu kadar aynı zamanda böyle bir yağma politikası karşımızda açık bir biçimde dururken Kürt emekçileri için örgütlenme haklarının, sendikalaşma haklarının, yerinden yurdundan edilmeme, sermayenin kölesi haline gelmemesi mücadelesinin de dayanaklarını oluşturma süreci olarak ilerlemek durumda.
Ama bunu yaratamadığımız koşullarda, demokratikleşme ve halkçı çözümün dayanaklarıyla işçi ve emekçilerin örgütlenme ve mücadele dayanaklarının birbiriyle ayrılmaz bağını daha ileriden kurmadığımız oranda, iktidarın ve sermayenin "bütünleşme", “Milli Birlik ve Beraberlik” projeleri, “Terörsüz Türkiye” adıyla anılan iktidar politikalarının Kürt illerinde açık sermaye yağmasının Kürt emekçiler açısından sonuçlarının derin, çok daha acı olacağını da görmek lazım. Tam da bu nokta aslında Türkiye'nin batısıyla doğusundaki emekçileri bugün İzmir'de sendikalaşma mücadelesi veren emekçi ile Gabar’da ucuzun ucuzuna çalıştırılan petrol işçisini birleştiren çok temel noktalardan biri. Ya da Van'daki tekstil işçisi kadınla İzmir'de direnen Digel tekstil işçisi kadınların ortak mücadelesinin dayanaklarını oluşturan zemin. Bu süreci kendiliğinden halkın refahını arttıracak, savaşa harcanan bütçenin halka harcanacağı, yaşam ve çalışma koşullarının da düzeleceği bir süreç gibi okumak da, lanse etmek de doğru değil, çünkü bunların olabilmesi için de mücadele vermemiz gerekiyor. Bugün sıcak savaşa harcanan paranın halkın en temel ihtiyaçlarını gidermek için kullanılacağını garanti eden şey kendiliğinden süreç ve ya barış süreci değil, sermaye de kendi barış planını yapıyor. Emekçiler de yapmalı ve buna dair aslında yeni olmayan ama koşulları yenilenen bir mücadele dayanağı yaratmalı.
“Aynı araçlar bugünün koşullarında aynı sonuçları vermez. Bugünün yeni koşulları var, yeni ihtiyaçları var, yeni dinamikleri var. Dolayısıyla bütün bunlara uygun yeni mücadele araçları yaratmak durumundayız. Kadın işçilerle bu kampanyayı konuşurken aynı zamanda ne zaman kadınlar bir hak mücadelesi verse, başlarında bir terör sopası sallanıyor olmasının savaş koşulları ile ilgili olduğunu da tartıştık.”
* “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından DEM Parti siyasi partilerin kadın oluşumlarıyla bir araya geldi ve sizinle de görüşmeler sağladı. Bu görüşmelerde yansıyanlar neler oldu?
DEM Parti ve onun öncesi bütün siyasal oluşumlarla Kürt halkının en temel talepleri noktasındaki mücadelede hep bir ittifak gücü olduk. Bu bizim sosyalist bir parti olarak, politik, ideolojik tutumumuz olduğu kadar aynı zamanda Emek Partisi'nin Kürt illerinde örgütlerinin olması, ayrıca elbette ki Kürt halkının da doğal bir parçası olmasının bir gereğiydi. Bu noktaya kadar halkın temel talepleri, varlığının tanınması ve demokratik haklarının gereğinin yerine getirilmesi için verdiğimiz ortak mücadelede ittifak anlayışımız sadece partiler düzeyinde bir ilişki değil, geniş halk kesimlerinin de ortak mücadele zemin ve araçlarının yaratılması için birlikte çaba göstermek oldu. Özellikle kadınların doğudan batıya, kuzeyden güneye, kadınların Kürt sorununu tartışması, çözüm ve barış dayanaklarını oluşturmak için özel rolüne birlikte vurgu yaptık ve çeşitli inisiyatiflerin, platformların, girişimlerin ortak emekçisi olduk. Örneğin “Barış İçin Kadın Girişimi” bunun bir deneyimiydi. Rojava'nın ağır saldırı altında olduğu dönemde kurduğumuz "kız kardeşlik köprüleri” bir başka örnekti. Hasta kadın mahpuslarla ilgili ortak girişimlerde çalıştık. Kadınları özel olarak hedef alan savaş suçlarına kadın platformları olarak birlikte karşı durduk. Kadınların savaştan özgün olarak nasıl etkilendiklerini ve tam da bu nedenle özgün taleplerini birlikte tartıştık, tartıştırdık. Bunlar ve daha fazlası bizim tarihsel deneyimlerimiz. İçinden geçtiğimiz süreçte açık bir gerçeklik var. İktidar-Cumhur İttifakı bu süreci toplumsallaştırmanın önüne geçmek istiyor. Halkın geniş kesimlerinin, özgün talepleri olan gençler, kadınlar, emekçilerin söz sahibi olması ve bu sürecin bir parçası olmasını hep engellemeye yönelik bir tutum sergiliyor. Tartışmayı açtığı yer de, biçim ve içerik de hep yukarılarda bir yerlerde devlet aklı ile işletilecek "terörsüz Türkiye" planı etrafında çiziliyor. İstiyor ki kendi planı işlesin, uzakta, dışında tuttuğu halka bu sorunu şöyle çözdük diye açıklama yapıp onunla yetinmeyi dayatabilsin. Geçmiş deneyimlerimizden de çok iyi biliyoruz ki örneğin kadınların özgün taleplerinin ve mücadele araçlarının yaratılmadığı her noktada barışı tartışmanın olanakları da daralır.
İktidar aklı bugün bütün bu süreci, kendi bekası, çıkarları, bölgedeki politikaları ve antidemokratik bir anayasa değişiminin dayanağı haline getirmek istiyor olabilir ama bu eşik bir yeni mücadele süreci ise bizim de kadınlar olarak yeni mücadele araçlarına ihtiyacımız var. Bu konuda hemfikiriz. Önceki çözüm süreci tartışmalarında “Barış için Kadın Girişimi” ile yıllarca ayrıştırılmış, kutuplaştırılmış, düşmanlaştırılmış, birbirinin deneyiminden habersiz hale getirilmiş kadınların buluşup tartışma dayanaklarını yarattığımızda bunun birbirimizi anlamaya ve taleplerimizi ortaklaştırmaya zemin sağladığını gördük. Bugün bu deneyimi aynı biçimde yaratamayabiliriz. Aynı araçlar bugünün koşullarında aynı sonuçları vermez. Bugünün yeni koşulları var, yeni ihtiyaçları var, yeni dinamikleri var. Dolayısıyla bütün bunlara uygun yeni mücadele araçları yaratmak durumundayız. O yüzden aynı araçları bugüne taşımak değil ama kadınların şiddetsiz bir yaşam haklarını, güvenle dolaşabilecekleri sokakları, barınmadan sağlığa, eğitimden tutalım da sosyal hizmetlerden yararlanma haklarına kadar her şey bu kadar geriye gitmişken bu çok güncel, yakıcı, hayati taleplerle barış taleplerinin ne kadar iç içe geçtiğini gösterebilen mücadele dinamikleri yaratma ihtiyacımız var. Bir örnek; son 3 yıldır ülkenin her yerinde daha önce hiç görülmemiş yerlerinde bile işçi direnişleri görüyoruz ve bu direnişlerin büyük kısmında kadınlar öncü rol üstleniyor. Ekmek derdi, kadınların iş derdi, kadınların sendikalaşma hakkı için verdikleri bu mücadelede gösterdikleri azimle, bu ülkenin gerçek bir barışa kavuşması, demokrasi koşullarının yaratılması, hakların kâğıt üstünde kalmaması mücadelesi arasında çok sıkı bir bağ var.
Açık bir yüreklilik ve yoldaşça tartıştık
Emek Partisi olarak son 3 aydır “güvenceli iş, barajsız sendika, yasaksız grev” kampanyası yürütüyoruz. Bu kampanyamız son süreçte Kürt sorununa ilişkin yürütülen tartışmanın tam en sıcak dönemine denk geldi. Kadın işçilerle bu kampanyayı konuşurken aynı zamanda ne zaman kadınlar bir hak mücadelesi verse, başlarında bir terör sopası sallanıyor olmasının savaş koşulları ile ilgili olduğunu da tartıştık. Dolayısıyla kadınların ekmek mücadelesi, şiddetsiz bir yaşam mücadelesi ile demokratik bir ülke, barış içinde bir ülke mücadelesi arasındaki bağları kadınların en çok canının yandığı yerden, en çok sahiplenecekleri yerden tartışmaya özen gösterdik. Güvensizlik, kaygılarla bu sürece olumsuz yaklaşan kadın işçilerle bu sürecin ortak bir mücadele süreci olduğunu tartışmaya çalıştık.
Bu örnekten yola çıkarak şunu söylemeye çalışıyorum; kadınların barış mücadelesine katılımı ve talepleriyle varlık göstermeleri için adı sanı konulmuş bir koalisyona, “Barış için Kadın Girişimi” gibi bir insiyatife dönüşmek durumunda olmadan da barışın imkanlarının her gün kadınların hayat mücadelesi verdiği her yerin gündemi olması için her mücadeleyi bağlantılandırabilmeyi hedeflemeyi önemli görüyoruz. Biz Emek Partisi olarak kadınların sürece katılımını böyle dinamiklerle, böyle dayanaklarla oluşturmaya çalışıyoruz. Bir mahalle derneğinde sosyal yardım için kadınların kapı kapı dolaşmak zorunda kalmalarını konuştuğumuzda da, bir işçi grevinde grev yasaklarını konuştuğumuzda da, bir yurt bulamadığı için barınma sorunu yaşayan genç kadınların verdiği mücadelede de, LGBTİ'lerin yaşamsal haklarının başka haklara feda edilemeyeceğini tartıştığımız ortak forumlarda da bu bağlantıların kurulmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.
Ama tek tek partilerin, kadın örgütlerinin kendi ulaşabildikleri kadarıyla bu tartışmayı yapmasının ötesine geçmeye de ihtiyacımız var. Kürt kadın hareketi, ayrılmaz bir parçası olduğu Türkiye kadın hareketiyle tartışmalarında bu konuda önemli bir birikime sahip ve yoldaşça tartışma zemini açmak için çok önemli bir rol de üstlendi. İktidarın oldu bittiye getirerek geniş halk kesimlerini bu sürecin dışında tutma planlarına karşı "Kadınlar olarak nasıl daha çok müdahil olabiliriz, kadınların varlığı ve talepleri daha çok nasıl etkide bulunabilir" konularını birlikte açık yüreklilikle, yoldaşça tartıştık. Biz merkezi inisiyatiflerin, girişimlerin önemsiz olmadığını ama daha çok biraz önce anlattığım gibi zeminleri oluşturmanın gerekli olduğunu paylaştık. Tartışmaya da devam ediyoruz. Edeceğiz. Kapalı kapılar ardında değil, gerçekten örgütlü kadın kesimlerinin de bilgi sahibi olduğu, söz sahibi olabildiği biçimde bu süreçleri yürütmenin elzem olduğunu paylaştık, konuştuk, tartıştık. Bu konuda da bir hemfikirliğimiz var. Bundan sonrası artık bizim bununla ilgili dayanakları ne kadar oluşturabildiğimizle ilgili, dolayısıyla biz kendimizi bu açıdan sorumlu hissediyoruz.
“Önümüzdeki günlerde özellikle işçi toplantıları, buluşmaları yapacağız “İşçiler Barışı Konuşuyor” toplantıları. İşçi sınıfının en temel mücadele talepleriyle, bugün Kürt halkının talepleri arasındaki ortaklık zeminini konuşmak, tartışmak, işçi sınıfının bu noktada taraf olmasının neden hayati olduğunu bilince çıkartmak istiyoruz.”
*Parti olarak, özellikle EMEP’li kadınlar olarak sürece nasıl bir yön vereceksiniz, süreç boyunca nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?
Bu ülkenin bütün yurttaşlarının Kürt sorununun demokratik halkçı çözümünde taraf olması gereğini daha fazla idrak edebilmesi ve gerçekten taraf olabilmesi için iktidarın planının seyircisi değil çözümün, barışın, demokrasinin tarafı olabilmesi için bir kere güven tesisine çok açık bir biçimde ihtiyaç var. Bu nesnel bir gerçek. Güven tesisi olan bitene kefil olarak olmaz, sürecin şuraya ya da buraya varacağına ilişkin bir kefillik bu koşullar altında mümkün de değil zaten. Daha önce çok kez masayı yıkmış, hesapları kendi dilediğince ilerlemediğinde savaş çığırtkanlığı yapmaktan çekinmemiş bir iktidarın yapacaklarına ya da yapmayacaklarına kefil olunmaz, onunla ancak yapmak zorunda olduklarına ilişkin mücadele edilir. Halkı, emekçileri, kadınları demokratik halkçı bir çözümden yana taraf olmaya çağırmak demek aynı zamanda mücadeleyi ortaklaştırmak demek. Kürt kadınlarının dillerinin yasaklanması, özel savaş politikalarının hedefi haline getirilmesi, özgün kadın kurumlarının yasaklanması, iradesinin kayyumlarla gasp edilmesi, kadın siyasetçilerin özel hedefe konmasıyla, yıllar boyunca gizli saklı sendikalaşmaya çalışıp, zor bela sendikalaşıp, iş, hak talep etmeye gelince patronlara tanınan gasp imkanlarıyla sendikalaşması engellenen, grevi yasaklanan, kendi temsilcisini seçme hakkı bile tanınmayan kadınların yaşadıkları arasında bağ ve ortak mücadele zorunluluğu var. Barışın tarafı olmaya yönelik tutum, birlikte mücadeleye güven, bu bağın birlikte kurulmasını gerektiriyor. Biz kendimizi bu noktada sorumlu görüyoruz. Sendikalar, emek güçleri, işçiler taraf olmayı, bu süreçte söz sahibi olmayı talep etmeli.
‘İşçiler Barışı Konuşuyor Toplantıları ve yerel konferanslar
Biz büyük oranda emek demokrasi güçleriyle, bu ülkenin muhalefet güçleriyle, kadın örgütleriyle, gençlik örgütleriyle, aynı zamanda işçilerin, emekçilerin kendi örgütlenmelerini kurdukları her yerde taraf olmanın bir zorunluluk olduğunu, mesele güvense esasın iktidara güven, onun samimi olup olmaması değil, birbirimize ve mücadelemize güvenmek olduğunu en geniş biçimde tartışmak istiyoruz. Kampanyamız için yaptığımız buluşmalarda buna bir zemin yaratmaya çabaladık. Önümüzdeki günlerde de bölgede ve ülkedeki bu siyasi gelişmeleri tartışmak, bu taraf olma zorunluluğunu konuşmak için "İşçiler Barışı Konuşuyor" toplantıları, buluşmaları yapacağız. Soru işaretleri çok fazla işçi emekçiler arasında, özellikle işçi emekçi kadınlar arasında. Bu soru işaretlerini gidermek, açık bir biçimde Orta Doğu'da ne oluyor, memleketteki bütün bu gelişmelerin nesnel zemini ne, yaşananları nasıl anlamlandırabiliriz diye kendi cephemizden, kendi perspektifimizden buluşmalar gerçekleştireceğiz, konferanslar, çalıştaylar yapacağız. Yakın zamanda İstanbul ve Ankara'da yaptığımız Doğu Konferansı'nı farklı kentlerde de yapacağız.
Bunlarla beraber şunların da yapılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz; kimi noktalarda ortak eylemler, açıklamalar, ortak bir tutum sahibi olduğumuzu gösteren, o ortaklık duygusunun, birlikte mücadele duygusunun geniş halk kesimlerine güven verdiği mücadele dinamikleri yaratabilmek için de elbette ki ittifak güçlerimizle, yol arkadaşlarımızla beraber kadınların özellikle en somut taleplerini ortaya koyabileceği, böylesi ortak mücadele dinamikleri yaratmak gibi bir derdimiz de var. Bu derdin gereğini yerine getirebilmek için mümkün olduğu kadar güç seferber etmek istiyoruz. Ama burada çok açık bir şey var; emek demokrasi güçlerinin, işçi sendikalarının, kamu sendikalarının, bu ülkede meslek odalarının, barolarından tutalım da yöre derneklerinin, inanç gruplarının tamamının kendi etki alanlarında bu tartışmayı bütün üyeleriyle ve üyelerini aşacak bir genişlikte halkla buluşturabilmenin sorumluluğunu taşıması gerektiğini düşünüyoruz.