
Göz ardı edilen gerçek, görünmeyen failler (3)
- 09:01 29 Mayıs 2025
- Dosya
Yargı failin geleceğini önceliyor
Yeşim Oruç
HABER MERKEZİ - Şüpheli kadın katliamları artarken, yargının faillere yönelik koruyucu ve kayırmacı tavrı, cezasızlık kültürünü derinleştiriyor. Adalet sistemi, kadınların yaşadığı şiddeti görmezden geliyor. Avukat Hatice Demir, yargının kadını değil, failin geleceğini öncelediğini belirtiyor.
Kadına yönelik şiddet, yalnızca bireysel değil, derinlemesine politik, toplumsal ve yapısal bir meseledir. Türkiye’de her geçen yıl artış gösteren şüpheli kadın ölümleri, bu şiddetin görünmeyen ama en tehlikeli biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu ölümler, çoğu zaman adli merciler tarafından yeterince araştırılmadan "intihar" ya da "kaza" olarak sınıflandırılarak dosyalaştırılıyor; böylece faillerin yargı önüne çıkarılması engelleniyor.
Dosyamızın bu bölümünde Amed Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden Avukat Hatice Demir, yargı sisteminin fail erkekleri koruyan yapısını ve kadınların adalete erişiminde karşılaştığı sistematik engelleri gözler önüne seriyor.
‘Fail erkeklerin meşrulaştırıcı gerekçeleri indirime sebep oluyor’
“Kadına yönelik şiddet küresel ve politik bir sorun” diyen Hatice Demir, “Her şüpheli kadın ölümü de politiktir” diye vurguluyor. Şüpheli kadın ölümlerinin birçok faktör barındırmasıyla birlikte temelinde bir iktidar mekanizması olan patriyarka olduğuna dikkat çeken Hatice Demir, “Şüpheli kadın ölümlerinde ya da kadın cinayetlerinde, fail erkeklerin ilk refleksi kendini cezai sorumluluktan kurtarmaya yönelik planlar yapmak yönünde oluyor. Bunun için en çok tercih ettikleri yöntemlerin başında, kadının intihar ettiği, kendisinin yapmadığı, failin başkası olduğu veya somut bir tespit var ise öldürmek için meşrulaştırıcı gerekçeler üretmek gibi savunma stratejileri geliyor. Ne yazık ki bu gerekçeler, önemli oranda hâlâ dinleniyor ve indirime sebep kabul ediliyor” diye belirtiyor.
‘Her şüpheli ölümün ardında kadına yönelik şiddet var’
Şüpheli ölümlerde vakaların nasıl adlandırıldığı, her olayın özelliği ve delil durumuna göre değişkenlik gösterebildiğini kaydeden Hatice Demir, şöyle diyor: “Bazen intihar, bazen kaza, bazen de cinayet olduğuna dair tespitler yapılabiliyor. Nihayetinde her şüpheli kadın ölümünün arkasında kadına yönelik şiddet ve baskı gibi pratikler olduğunu biliyoruz.”
‘Hakikate ulaşmak için çaba gerekiyor’
“Hukuki düzenlemeler ışığında hukuk uygulayıcıları, kural olarak meydana gelen her ölümün sebebini araştırmak ve maddi hakikate ulaşmak için çabalamak zorunda” hatırlatmasını yapan Hatice Demir, durumun tersini şöyle aktarıyor: “Kadına yönelik şiddet ve özellikle şüpheli kadın ölümlerinde gerekli araştırma ve incelemenin derhal yapılmadığını, delillerin titizlikle toplanmadığını, soruşturmaların zamana yayıldığını, bu süre içerisinde delillerin kaybolduğunu ya da karartıldığını görüyoruz. Rojin Kabaiş’in şüpheli ölümü üzerine başlatılan soruşturmada bir arpa boyu yol alınmaması, Gülistan Doku’nun akıbetinin aradan geçen 5 yıla rağmen hâlâ bilinmemesi bunun en çarpıcı ve trajik örneklerindendir.”
‘Can güvenliğimizden endişe eder hale geldik’
Hatice Demir, uzun yıllardır kadına yönelik şiddetle mücadele eden, kadınların maruz kaldığı suçların cezasız kalmaması için soruşturma ve davaları takip eden bir avukat olarak gözlemlerini şu sözlerle paylaşıyor: “Kadına yönelik şiddet vakalarında adli ve idari mercilerin genel ve ayrımcı bir pasifliği tercih ediyor. Çünkü kadına yönelik şiddete müdahale eden uygulayıcılar bu toplumda yaşıyor, bu toplumun ataerkil kültüründen beslenerek varlığını inşa ediyor ve olaylara genel olarak failin gözünden bakmaya daha yakın duruyorlar. Empatiyi mağdurla değil, fail ile yapıyorlar. Kadının değil, failin haklarını merkeze alıyorlar. Kadının yaşamını değil, fail erkeğin geleceğini önemsiyorlar. Bu nedenle şüpheli kadın ölümlerinde ilk başvurulan yöntem, dosyalarda gizlilik kararları verilerek dosyanın kamuoyunun gündeminden kaçırılması oluyor. Soruşturmalar etkili ve titizlikle yürütülmüyor. Bu da davanın sonunda cezasızlığa yol açıyor. Mesela İpek Er davasının karar duruşmasında, sinyal boğucu olan jammerlar duruşma salonunun olduğu pencerenin altına konumlandırılarak dışarısıyla tüm bağlantımız kesilmişti. Davayı takip eden avukatlar olarak can güvenliğimizden endişe eder hale gelmiştik. Kimi zaman faili korumak için olağanüstü tedbirlere başvuruluyor.”
‘Adli mercilere yansıyan olaylar yaşanan şiddet sarmalının en ağır hali’
“Türkiye’de adalet sistemi kadınların yaşadığı hakikate kör” diyen Hatice Demir, şu ifadeleri kullandı: “Kadınların deneyimini esas almıyor, ihtiyaçlarına cevap olmuyor. Adli mercilere yansıyan akut vaka ne ile ilgiliyse, soruşturmaların genel ekseriyeti de bu sınırlarda yürütülüyor. Olay örgüsü, arka planda yaşananlar, kadını kuşatan ve yerinde tutan dinamikler, devam edegelen sistematik şiddet irdelenmiyor. Sebep-sonuç ilişkisi kurulmuyor. Oysa adli mercilere yansıyan olaylar, yaşanan şiddet sarmalının en ağır hali ve buzdağının sadece görünen yüzü oluyor. Bu durum, kadınların adalete erişiminin önünde bir engel ve hayati risklerinin devam etmesine sebep oluyor.”
Türkiye'de tespit edilebilen verilere göre, şüpheli kadın ölümlerinin oranı, kadın katliamlarıyla aynı oranda olduğunu kaydeden Hatice Demir, bu verilerin son yıllarda endişe verici düzeyde arttığını söylüyor.
‘Hem devlet hem yargı kadınların hakikatine kör ve sağır’
“Kadınların yaşadığı sistematik hak ihlalleri ve cezasızlık pratiği gözetildiğinde, şüpheli kadın ölümlerinin arkasında gizlenen erkek şiddeti olduğunu tespit edebiliyoruz” diyen Hatice Demir, bu durumun kadınlar açısından yarattığı durumu şu sözlerle anlatıyor: “Hem yargı hem devlet, kadınların hakikatine kör ve sağır olduğundan, arkasında erkek şiddeti olan kadın cinayetlerini ‘şüpheli ölüm’ diyerek dosyaları fail erkekler lehine kapatıyor. Şüpheli kadın ölümü diye kabul edilen çok sayıdaki vakada, ailelerin ve kadın örgütlerinin çabası ile ölüm sebebinin cinayet olduğu açığa çıktı. Bu durum, adalet sistemine olan güveni zedeliyor ve kadınları yardım istemekten alıkoyuyor. Çünkü kadınlar yardım istediklerinde, ihtiyaçları olan korumanın sağlanmayacağına ve failin cezalandırılmayarak yeniden kendisine yönelen bir tehdit olarak varlığını sürdüreceğine dair bir endişe taşıyorlar. Kadınlar ancak ‘masumiyetlerini’ ispatlarsa şikâyetleri dikkate alınıyor. Hak arama yoluna başvuran kadınlar, bir taraftan geleneksel normlarla, diğer taraftan da bürokratik engellerle savaşmak zorunda kalıyor. Tüm bunlar, çok ağır ve travmatik bir süreci göze almayı gerektiriyor çoğu zaman.”
‘Yasalar uygulansın, İstanbul Sözleşmesi’ne dönülsün’
“Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi iklimde bir yasal değişiklik yapılması kadınların aleyhine olur” uyarısında bulunan Hatice Demir, var olan yasaların uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesinin kadınların ihtiyacına cevap olacağını ve adalet mekanizmasını işler hale getireceğini vurguluyor.