2013-2015 yıllarında heyetler ve komisyon denemeleri (1)

  • 09:01 21 Temmuz 2025
  • Dosya
Akil İnsanlar Heyeti neden başarısız oldu?
 
Melek Avcı
 
ANKARA- Çözüm Süreci’nin toplumsal ayağı olarak kurulan Akil İnsanlar Heyeti, barışa dair umutları yükseltmişti. Ancak heyet ne karar alıcı bir güç olabildi ne de iktidarın Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetmesinden sonra üyelerinin tepkilerini görebildik. Bugün yeniden girilen süreçte, kurulacak Meclis Komisyonu için Çözüm Süreci deneyimlerini inceliyoruz. 
 
"Çözüm Süreci’ olarak adlandırılan ve 2013-2015 dönemini kapsayan Kürt sorununun çözümüne yönelik girişimlerin ilk haberleri, 2012 yılının son günlerinde gelmeye başlamıştı. Önce dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı Adası’na giderek Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı ziyaret ettiği basına yansıdı. Ardından, 28 Aralık’ta dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan da bu görüşmenin gerçekleştiğini doğruladı.
 
Bu açıklamaların ardından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin İmralı ziyaretleri yoğunlaştı. 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat Ata, İmralı Adası’na giderek Abdullah Öcalan ile görüştü. Ardından, BDP heyetinden Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan 23 Şubat 2013’te İmralı’yı ziyaret etti. İki yıl boyunca farklı isimlerden oluşan heyetler, toplamda 20’den fazla görüşme gerçekleştirdi. Sürecin en kritik eşiği ise Kürt sorununun demokratik çözümünü hedefleyen 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Mutabakatı oldu. Mutabakatın okunması, sürecin artık somut adımlarla ilerleyeceği yönünde bir beklenti yaratırken, dönemin iktidarının planları farklıydı. Mutabakatın üzerinden beş ay geçmişti ki, 17 Temmuz 2015’te Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Ortada bir hükümet vardır, diğer tarafta grubu olan bir siyasi parti vardır. Neyin mutabakatını, nasıl yapıyorsunuz? Ülkemizin geleceğine yönelik atılacak bir adımsa bunun yeri parlamentodur. Bu parlamentodan güçlü bir şekilde çıkınca onun bir değeri olur,” sözleriyle süreci reddetti. Böylece masa devrildi ve süreç yeniden çatışmalı bir döneme girdi.
 
Bugün, 1 Ekim’den bu yana adım adım ilerleyen “Barış ve Demokratik Toplum İnşası” sürecinde, ilk pratik adım Meclis’te tüm partilerin temsil edildiği bir komisyonun kurulması olacak. Bu hafta son önerileri aldıktan sonra çalışmalarına başlaması beklenen ve 44 üyeden oluşacak olan komisyonun, geçmiş deneyimlerin ötesine geçerek daha etkili bir yapı oluşturması hedefleniyor.
 
2013-2015 sürecinde Türkiye parlamenter sistemle yönetiliyordu; bugün ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi söz konusu. Bu değişim, Meclis Komisyonu’nun toplumsal inşa sürecinde daha etkin bir rol üstlenmesini elzem kılıyor.
 
Çözümde ilk toplumsal deneme: Akil İnsanlar heyeti
 
Bugünü değerlendirirken, dünden farklı olarak hangi çalışmaların yapılması gerektiğini anlayabilmek için 2013-2015 sürecinde toplumsal ve parlamento ayağını yürütmek üzere görevlendirilen iki yapıya bakmak gerekiyor. Bunlardan ilki, “Akil İnsanlar Heyeti”ydi.
 
Akil İnsanlar Heyeti, süreci topluma anlatmak amacıyla 7 coğrafi bölge esas alınarak toplam 63 kişiden oluşturulmuştu. Bu 63 kişi, her biri 9’ar kişilik gruplar halinde bölgelere atanmıştı. Heyette; sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum temsilcileri, iş insanları ve eski siyasetçiler gibi kamuoyunda tanınan, kanaat önderi olarak kabul edilen isimler yer alıyordu. Murat Belge, Tarhan Erdem, Lale Mansur, Ahmet Taşgetiren, Baskın Oran, Yılmaz Ensaroğlu, Orhan Gencebay ve Kadir İnanır bu isimlerden sadece bazılarıydı.
 
Gözlem, raporlamalar, medya çalışmaları
 
Her grup, süreç kapsamında kendi bölgesinde il il gezerek halk toplantıları düzenledi. 2013 yılı Nisan-Haziran ayları arasında yapılan bu toplantılarda halkın görüş, öneri ve eleştirileri ile sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve kanaat önderlerinin değerlendirmeleri raporlanmak üzere toplandı. Bu raporlarda öne çıkan genel izlenim, halkın sürece umutla baktığı ancak şeffaflık konusunda kaygı duyduğu yönündeydi. Hazırlanan raporlar daha sonra dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’a sunuldu.
 
Heyet, üç aylık halk buluşmalarının yanı sıra, bazı üyelerini medya organlarında süreci anlatmak üzere görevlendirdi. Bu kapsamda televizyon programlarına katıldılar, gazetelerde köşe yazıları yazdılar, kamuoyunu bilgilendirme ve tartışma zemini oluşturma çabası yürüttüler. Zaman zaman heyet üyeleri arasında ortak değerlendirme toplantıları da yapıldı. Ancak bu toplantıların bağlayıcı bir niteliği yoktu; heyet merkezi bir karar alma yapısından yoksundu.
 
Süreçte etkisi neden zayıf oldu?
 
Heyetin süreçte etkisiz kalmasının önemli nedenlerinden biri, kadın temsiliyetinin son derece düşük olmasıydı. Kadın katılımı hem sayısal hem de içerik açısından yetersizdi. Toplam 63 kişilik heyette yalnızca 10 kadın yer alıyordu; bu da yaklaşık yüzde 15-16’lık bir temsiliyete karşılık geliyordu. Heyetin kadın barış mücadelesiyle ilişkisi oldukça zayıftı; ayrıca Kürt Kadın Hareketi ile hiçbir temas kurulmamıştı. Bu durum, sürecin erkek egemen ve devlet merkezli bir zeminde ilerlemesine, dolayısıyla barışın toplumsal tabana yayılmamasına neden oldu.
 
Halkla temas sembolik düzeyde kaldı
 
Heyet, genel olarak süreçte rol almaya çalışsa da temsiliyetteki eksiklikler ve devletin Çözüm Süreci’ndeki tutarsız yaklaşımı, özellikle Türkiye kamuoyunda olumsuz bir atmosfer yarattı. Halk toplantılarında toplanan görüş ve önerileri içeren raporlar hiçbir zaman kamuoyuyla paylaşılmadı. Her ne kadar bu raporlar belirli bir öneme sahip olsa da, yapılan birçok değerlendirmede halkla kurulan temasın sembolik düzeyde kaldığı ve gerçek bir yüzleşmenin sağlanamadığı ifade edildi. Özellikle hakikat komisyonlarının kurulmaması, iktidarın adımlarındaki kararsızlık ve kalıcı bir barış politikasının geliştirilememesi, sürece dair umutları zayıflattı ve çabaların sonuçsuz kalmasına neden oldu.
 
Karar alma gücü yoktu
 
Her ne kadar 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti gözlemci ve topluma süreci aktaran bir yapı olarak kurgulanmış olsa da, iktidarın çizdiği sınırlar dışında özgün ve özerk bir çalışma yürütemedi. Bu sınırlar, heyetin hem etkisini hem de karar alma kapasitesini ciddi şekilde sınırladı. Hazırlanan raporlar hükümete yalnızca “öneri” düzeyinde sunuldu ve uygulanıp uygulanmaması tamamen iktidarın takdirine bırakıldı. Heyet, bir danışma ve gözlem mekanizması olmanın ötesine geçemedi; hiçbir zaman karar alma yetkisine sahip olmadı. Grubun bazı üyeleri bu durumu açıkça eleştirse de, bu eleştiriler hükümet tarafından dikkate alınmadı.
 
O dönem yürütülen çalışmalarda halk, barış ve demokratik toplum sürecinin öznesi ve karar vereni olarak konumlandırılmak yerine, yalnızca “barışın gerekliliği”nin anlatıldığı bir muhatap haline getirildi. Heyet, halkı sürece dahil eden değil, süreci halka anlatan bir pozisyonda kaldı. Bu yaklaşım nedeniyle halk nezdinde yarattığı etki sınırlı oldu. Zamanla heyetin çalışmaları, toplumda bir “toplum mühendisliği” algısı oluşturdu. Bu algının temelinde ise, heyetin özerk bir yapı geliştirememesi ve hükümetin belirlediği sınırlar içinde hareket etmek zorunda kalması yatıyordu.
 
İktidarın reddi heyeti sessizliğe gömdü 
 
Zira hükümet, Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddedip çözüm masasını devirdiğinde, Akil İnsanlar Heyeti’nden bu karara karşı açık bir eleştiri ya da protesto gelmedi. Ne bireysel düzeyde ne de heyet olarak toplu bir açıklama yapıldı. Çözüm Süreci’nin devamı için heyet üyelerinden iktidarı masaya dönmeye çağıran herhangi bir inisiyatif de görülmedi. Bu sessizlik, heyetin başından itibaren iktidarın çizdiği sınırlar içinde konumlandırılmış olmasının bir sonucuydu.
 
Yarın: Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Süreci Komisyonu