
Mülteci nefretine karşı çözüm: Savaşlar dursun
- 09:03 19 Haziran 2025
- Güncel
Melike Aydın
İZMİR – Türkiye’de toplumun mülteci nefretinde birleştiğini ve bu durumdan en çok mülteci kadınların etkilendiğini belirten İzmir Mülteci Platformu’ndan Elif Yiğitalp, göçlerin sonlanması; bunun için de savaşların durdurulması gerektiğini söyledi. 

20 Haziran Dünya Mülteci Günü dolayısıyla, Türkiye’deki mültecilerin karşı karşıya olduğu zorluklar bir kez daha gündeme geliyor. Türkiye’ye göç edenler arasında ciddi bir statü farkı bulunurken, en kırılgan gruplar bu farktan en ağır şekilde etkileniyor. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden gelenler mülteci statüsüne sahipken, savaşların sürdüğü Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden gelenler geçici koruma altında, her an geri gönderilme riskiyle karşı karşıya. Resmi rakamlara göre Türkiye’de 5 milyonun üzerinde mülteci bulunuyor ve bunların yaklaşık yarısını kadınlar oluşturuyor. Son yıllarda mültecilerin yaşam koşulları daha da zorlaşırken, özellikle kadınlar hem temel haklara erişimde hem de günlük yaşamda çok yönlü ayrımcılık ve güvencesizlikle mücadele ediyor.
İzmir Mülteci Platformu üyesi Sosyal Hizmet Uzmanı Elif Yiğitalp, Türkiye’de toplumun mülteci nefretinde birleştiğini ifade etti. Yiğitalp, yerinden edilmelerin son bulması için savaşların durdurulması gerektiğini söyledi.
‘Her an geri gönderilme kaygısı’
Suriye krizinin başladığı 2011 yılının ardından Türkiye’nin Suriyeliler için geçici koruma statüsü çıkardığını, ancak şimdilerde bunun durduğunu ifade eden Elif Yiğitalp, bu kimliğin belirgin bir süresinin olmamasının her an gönderilme ihtimali barındırdığını belirtti. Elif Yiğitalp, “Ansızın kimlikleriniz iptal edildi ve geri gidiyorsunuz deme şansları var. İnsanlar da tedirgin. Sağlık provizyonu vardı, sigortaları açıktı, bazı noktalarda Türkiye vatandaşlarından daha fazla para ödemeleri gerekiyordu. Çocukları okula gidebiliyordu. Çocukların okula gidebilmesi için önce Türkçe öğretiliyordu, sonra süreç devam ediyordu ama sonradan kaldırdılar. Çocuklar daha çok zorlandı ve zorbalığa maruz kaldı” dedi.
‘Geçici kimlikle sağlığa erişim zorlaştı, dil eğitimi durdu’
Avrupa dışından gelen yerinden edilmişler öncelikle Göç İdaresi’ne başvurmak zorunda. Başvuruları olumlu değerlendirilirse ‘başvuru kimliği’ veriliyor. Bu, onların istediği uluslararası koruma kimliği değil. Bu kimliğin bir yıl geçerliliği var. Bu sürede Göç İdaresi başvuranları değerlendiriyor ve mülteci statüsü veremediği için de alternatif statülerden biri olan ikincil koruma statüsü veya şartlı mülteci statülerinden birini veriyor. Ancak bunu dahi çok az kişi alabiliyor. Elif Yiğitalp, bu konuda şu ifadeleri kullandı: “Uluslararası koruma başvuru kimliğinin sağlık provizyonları kimlik verildikten bir hafta sonra Göç İdaresi tarafından otomatik olarak ya da kişilerce bürolardan açılabiliyordu. Ama son zamanlarda mevzuata rağmen açılmıyor. Açık olanlar da kapatılıyor. İnsanların sağlığa erişimi çok kötü. Diğer bir dezavantaj ise, çocuklar okula başlayabiliyor ama bir yıl sonra kimlik kapanınca aile ve çocuk yasal olmayan yollarla orada kalıyor. İtiraz başvuruları oluyor ama olumsuz yanıt alırlarsa sınır dışı ediliyorlar” sözlerini kullandı.
‘Kadınların sağlığa ve şiddete karşı mekanizmalara ulaşımı zor’
Kadınların sağlığa erişiminin daha zor olduğunu, özellikle Afrika’dan gelen kadınların “sünnet” adı altında cinsel işkenceye maruz kaldığı ve çoğunun üreme sağlığı sorunu yaşadığını söyleyen Elif Yiğitalp, “7-8 yaşında sünnet geçirmiş birinin ilerleyen zamanlarda sağlıklı olmasını beklemiyoruz. Özellikle doğum esnasında komplikasyonlar ve ölümler yaşanabiliyor. Acılı bir doğum gerçekleşiyor zaten. Sağlık erişimi olmayan kadınlar, göçmen sağlığı merkezlerine gidiyorlar. Önceden tam teşekküllü hastaneler gibi hizmet veriyordu, ancak kapasiteleri azaldı. Kimliği olmayanlara da hizmet veriyorlardı, ama baskılar sonrası bu da bitti. Kimliği olmayanlar sağlıktan tamamen uzak kaldı. Pasaportu varsa sağlık hizmetine ulaşabiliyor, ama çok fazla para talep ediliyor, insanlar bunu karşılayamıyor. Evinde veya dışarıda cinsel istismar, fiziksel şiddet, işkenceye maruz kaldığında koruma alabileceği hiçbir mekanizma yok. Birkaç mekanizma var, başvursa bir yerlere ulaşabilir ama kesintili çözümler üretiliyor. Tam anlamıyla çözüme ulaşmaları çok zor” diye kaydetti.
‘Korku ve kaygılar, şiddete ve tecavüze sessiz kalmalarına neden oluyor’
Türkiye’ye partneri olmadan gelen ya da geldikten sonra eşini kaybeden kadınların da çalışmak zorunda kaldığını dile getiren Elif Yiğitalp, bu kadınların ucuz iş gücü olarak görüldüğünü sözlerine ekledi. Elif Yiğitalp, “İş yerlerinde sıklıkla tacize, tecavüze uğradıklarını ve bunlara işten atılmamak için sessiz kaldıklarını biliyoruz. Bununla ilgili birkaç bilgim oldu ama şikayette bulunmak istemiyorlar. Seks işçisi olarak çalıştırılmaları durumunda sınır dışı edilme korkusu var. Geldiği ülkeye gönderilirse tekrar aynı zulme maruz kalabilir, öldürülebilir. Burada ‘en azından hayatta kalabiliyorum’ düşüncesiyle yaşıyorlar. Herhangi bir şey olmazsa, onları buraya sürükleyen koşullarda tanıştıkları insanlar zarar verebilir, çocuğuna yiyecek bulamaz, kalacak yer bulamaz gibi kaygıları var. Bu tarz korkular nedeniyle, son çare olarak başvuruyorlar” dedi.
‘Mülteci kadınlar unutuldu’
Kişilerin güvenliğini sağlayan, hukuki süreçlerde destek olan kurumların yetersizliğine işaret eden Elif Yiğitalp, bu durumu şu sözlerle anlattı: “Türkiye’de kadın hareketinin mülteci kadınları unuttuğunu düşünüyorum. Göç etmeye zorlanmış bir kadın derdini anlattığında, ayrımcı bakış açısı yerine dinleyebilirseniz, ‘ne yapabiliriz?’ diye bir kere düşünsek bile çok şey başarmış oluruz. Kadınlar gelip söylemiyor, başına gelen olayı anlatmıyor. Bizim adım atmamız gerekiyor. Zaten herkes tarafından dışlanıyor. Bize de güvenmiyorlar. Tacize uğruyorlar ve kimisi bunu taciz olarak bile görmüyor. Hak edilmiş bir gerçeklik gibi kabul ediliyor. Bunun kimse için hak olmadığını onlara göstermemiz gerekiyor. Onlardan beklemektense, belki bizim mahallelere gitmemiz gerekiyor.”
‘Nefret söyleminin arkasında kışkırtıcı bir siyasi arka plan var’
Türkiye’de nefret söyleminin kolaylıkla nefret suçuna dönüşebildiğini kaydeden Elif Yiğitalp, “Birinin yaptığı şey, herkesi kapsıyormuş gibi değerlendiriliyor. Kayseri’de evin yakılması, İzmir’e gelmek zorunda kalan ailenin 15 yaşındaki çocuğunun işkenceyle öldürülmesi… Medya sürekli kışkırtıyor. Partiler medyayı bunun için kullanıyor. Kışkırtıcı bir siyasi arka plan var. Siyasetçiler, özellikle hoşlarına gitmeyen bir durum ortaya çıktığında halkın algısını değiştirmek için göçmenleri hedef gösteriyor. ‘Göçmenleri göndereceğiz’, ‘işimizi elimizden aldılar’ gibi söylemler kullanılıyor. Bir kısım topluluk da bu söylemlerin peşinden gidiyor” diye konuştu.
‘Türkiye ötekine duyulan nefrette birleşti’
Mültecilerin toplumda “öteki” konumunda olduğunu ve toplumun ezilme duygusunu, mültecileri hedef alarak tatmin ettiğine dikkat çeken Elif Yiğitalp, “Herkesin ötekisi olmak kullanılabiliyor. Herkes o kadar aynı fikirde ki, nefret söyleminin nefret suçuna evrilmesinin gerçek nedeni bu. Ama kimse Suriye’de, Afganistan’da neler yaşanıyor bilmiyor. Angola’da nasıl yaşanıyor, kadın sünneti en çok nerede yaygın, kadın intiharı en çok nerede görülüyor, bunları sormuyor. ‘O pis, kirli, tacizci’ diye diye nefreti birleştirdiler, başka hiçbir şey birleşmedi” diye kaydetti.
‘Uluslararası sözleşmeler göstermelik’
Uluslararası anlaşmaların uygulanmadığını, mevcut sözleşmelerin insanların değil, ülkelerin çıkarlarını koruduğunu savunan Elif Yiğitalp, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin hiçbir yerde gerçek anlamda uygulanmadığını söyledi. Bu anlaşmaların, hak savunucularının gözünü boyamak için yürürlükte olduğunu belirten Elif Yiğitalp, “Nefret suçu nasıl azaltılabilir? İnsanların bu kadar telefona gömülü yaşadığı, hemen galeyana geldiği bir çağda medya organlarını artırabiliriz. Var olan derneklerin yapıları geliştirilebilir, gönüllü sayısı artırılabilir” sözlerini kullandı.
‘Siyasiler bir şeyler yapana kadar durmayalım’
Uzun yıllardır Kürtlere yapıldığı gibi, “Türkiyelileştirmek” adı altında bir asimilasyonun yürütüldüğünü ifade eden Elif Yiğitalp, “Entegrasyon kelimesini dağarcığımızdan çıkarmamız lazım. Bunun yerine ‘insanca yaşamak’ denilmeli. İnsan her şeyle uyumlu mu yaşamak zorunda? İlla asimile olmak zorunda mı? Siyasilere sorumluluk yüklemek istemiyorum, yapmıyorlar zaten. Çok az siyasetçi bu konuda olumlu konuşuyor. A partisine, ‘göç etmek zorunda kalanlara yardım edelim’ desek etmeyecek ama biz çaba sarf etmeliyiz. Platformlarda konuşmalıyız. Onlar bir şeyler yapana kadar biz durmamalıyız” şeklinde konuştu.
‘Keyfi olarak geri gönderme merkezlerine gönderiliyorlar’
Suça karışmış, yasa dışı yollardan barınan, koruma prosedürlerine uymayan kişilerin Geri Gönderme Merkezleri’ne (GGM) alındığını ifade eden Elif Yiğitalp, son dönemde polislerin keyfi olarak mültecileri topladığını söyledi. Elif Yiğitalp, “Buraları fonlayanlar AB ülkeleri. Çünkü insanlar buraya, AB ülkelerine geçmek için geliyor. Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçmek istiyorlar. Özellikle geçiş esnasında Sahil Güvenlik tarafından yakalananlar GGM’lere alınıyor. Eğer ülkelerine geri gönderilemeyeceklerse, yasal olmasa bile GGM’lerden çıkarılabiliyorlar. ‘Size 15 gün süre veriyoruz, bu sürede gerekli işlemleri yapın ya da geri dönün’, ya da ‘bulunduğunuz ildeki Göç İdaresi’nde iki haftada bir imza atın’ deniliyor. Durumları değerlendiriliyor. GGM kapasitelerine bağlı olarak dışarı çıkarılabiliyorlar” sözlerine yer verdi.
‘Geri göndermeler arttı’
İzmir’de son dönemde göçmenlerin yoğun yaşadığı Basmane ve Ballıkuyu bölgelerinde polis aramalarının arttığını, Mobil Göç Noktaları’nın kurulduğunu kaydeden Elif Yiğitalp şöyle devam etti: “Basmane’de sokak sokak geziliyor. Arama yapılmadan yabancı şubeye götürülüyor, uzun süre tutuluyor. Kimlik ve ikamet varsa, hatta vatandaşsa bile bekletiliyor. Hoşlarına gitmezse GGM’ye alıyorlar. Aslında yasal olarak burada kalmaması gereken biri ise 6 ay tutulabilir. Gerekirse bu süre 18 aya kadar uzatılabilir. Bu süreçlerde denetim yapılıp ülkesine geri gönderilmesi gerekir. Ya da gönüllü geri dönüş evrakı imzalatılarak gönderiliyor. Ancak haksız yere geri gönderilme vakaları çok arttı.”
‘GGM koşulları insani değil’
GGM’ye bir kez gittiğini ve orada konteynerlerde kalan insanların kötü koşullarda yaşadığını söyleyen Elif Yiğitalp, “Kapasite dolu olduğu için kalamayanlar da var. Zaten bazı dillerde tercüman yok. Koruma talebinin nedenini anlayamıyorsunuz. Anlamıyorsanız, bu insanın burada kalıp kalmaması gerektiğine neye göre karar veriyorsunuz? Oradaki göç uzmanı, sosyal hizmet uzmanının yanında bulunmalı, görüşmeye alınmalı ve karar buna göre verilmelidir. Ama tercüman yoksa diğer tutuklulardan bilgi alınıyor, ona göre işlem yapılıyor” ifadelerine yer verdi.
‘GGM’lerde her şey olabilir, sınırı yok’
GGM’lerde mahremiyetin ve hijyenin olmadığını, ilaçlara erişimin zor olduğuna değinen Elif Yiğitalp, bazı yerlerde taciz vakaları duyduklarını aktardı: “Bunları anlatmak istemiyorlar ama anlatanlar oldu. Her türlü şeye maruz kalabiliyorlar. Bunun bir sınırı yok” dedi.
‘Avukat desteği artırılabilir’
İzmir Barosu Adli Yardım Bürosu’nun başvurular karşılığında ücretsiz avukat sağladığını aktaran Elif Yiğitalp, “Avukat, sınır dışı itiraz davası ve idari gözetim itiraz davaları açabiliyor. Alındıktan sonra 7 günü aşmaması gerekiyor. Avukat atandıktan sonra da başvuru yapılabiliyor. Avukatınız varsa adınıza dava açılabilir. Bu dava süresince kişi geri gönderilemez. Ama hukuk dışı gönderilenler de oldu. Bunun için çok bir şey yapılamıyor. Avukat desteği artırılabilir. Projeler azaldı, ama hukuki destek projeleri artırılabilir” sözleriyle yapılabilecekleri sıraladı.
‘GGM’lerin denetimleri artırılabilir’
GGM’lerin, “otel gibi konforlu” yerler olarak yansıtıldığını, ancak gerçeğin çok farklı olduğunu paylaşan Elif Yiğitalp, GGM’lerin 6 ayda bir BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından denetlendiğini belirtti. Elif Yiğitalp, şunları dile getirdi. “Onlar geldiğinde büyük kısmı GGM’den çıkarılıyor çünkü mültecileri dinliyorlar. ‘Burada ne yaşıyorsunuz?’ diye soruluyor. Ama ziyaretten önce çalışanların haberi oluyor. Bu ziyaretler artırılabilir. Bize gittiklerinde haber verilmediğini söylediler. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ve BM Yüksek Komiserliği’nin söz hakkı var. Çalışmalar artırılabilir.”
‘Barışı sağlamadan göçü durduramayız’
Göçlerin en büyük nedeninin savaş olduğunu vurgulayan Elif Yiğitalp son olarak şöyle konuştu: “Zulme maruz kalan, yerinden edilen insanlar istemeseler de göç etmek zorunda kalıyor. Kimse bugüne kadar oluşturduğu yaşam koşullarını bırakıp bir yere sığınmacı olarak gitmek istemez. Savaşı bitirip barışı sağlamadıkça bu böyle devam eder.”