Eğitim-Sen Kadın Kurultayı'ndan hazırlık çalıştayı

  • 19:34 21 Haziran 2025
  • Güncel
WAN - Eğitim-Sen Kadın Kurultay'ı,  “Geçmişte izimiz, geleceğe sözümüz var” şiarıyla hazırlık çalıştayı düzenledi.
 
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 3’üncü Kadın Kurultayı, “Geçmişte izimiz, geleceğe sözümüz var” şiarıyla  hazırlık çalıştayını gerçekleştirdi. Wan Barosu Avukat Cumhur Keskin toplantı Salonu'nda yapılan çalıştaya Eğitim-Sen Kilis temsilcisi Duygu Altınoluk, Akademisyen Gülçin Özge Tan, Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Nazan Karacabey ile onur konuğu olarak yerine kayyım atanan Wan Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Neslihan Şedal söz aldı. Çalıştayda, sendika üyesi kadınların sendikal mücadeleye katılımı, siyasete ve karar alma süreçlerine katılımda toplumsal cinsiyet eşitliği ve sendikal mücadelede kadın temsiliyeti ve eşbaşkanlık konuları işlendi.
 
‘Omuzlarımıza yüklenen normlar’
 
Sendika üyesi kadınların sendikal mücadeleye katılımı üzerine değerlendirmelerde bulunan Duygu Altınoluk, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlara yarattığı engellere değindi. Duygu Alunoluk, “Toplumsal cinsiyet rolleri denince anne olmak, çocuk sahibi olmak, evde ev işiyle sorumlu olmak gibi şeyler aklımıza geliyor. Bugün Türkiye’de pandemiyle beraber hayatımıza ‘yaşlı bakım emeği, geleneksel bakım emeği’ girdi. Çünkü sizin ebeveynleriniz, akrabalarınız olsun olmasın evlendiğiniz andan itibaren erkeğin eve getirdiği aileyle de hemhal oluyoruz. Ve kayınvalide de sizin bakım emeğiniz içine dahil ya da müdahil oluyor. Ailevi ve toplumsal sorumluluklar sebebiyle o sırtımıza yüklenen anlamları, normları sosyolojik kavramlarla açıklamak istemiyorum. Çünkü sosyolojik kavramların yeri deneyimlerde gizli. Bu toplumsal normlar omuzlarımıza yüklendiği andan itibaren zaten kendimizi yorgun, bıkkın ve stresli hissettiğimiz için ya da yoğun iş temposu içinde kendimize ayırdığımız bir hafta sonu olduğu için burayı dolduramıyoruz” dedi.
 
‘Bir ‘düşman’ varsa ona her şekilde hazırlıklı olmakla yükümlüyüz’
 
Duygu Altınoluk, üniversitelerde verilen toplumsal cinsiyet eğitimlerine işaret ederek, “Kadın hocalar bu dersleri veriyordu. Bize hep ‘kızlar siz yetiştireceksiniz bu oğlan çocuklarını’ dediler. Ben hiç kimseye bir şey öğretmekle yükümlü değilim. Toplumsallaşma içine girdiğimiz ilk sosyalizasyon aracı olan ailede ilk üç veya altı sene zaten biz bir şey öğretiyoruz. 0-6 yaş çocuğa emeği ya da toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatmazsınız. Ev içindeki iş bölümünü toplumsal cinsiyet eşitliği tabanında yapmak zorundayız. Öyle yapamadığımız zaman çocuğun sorgulaması gereken ilk ve en önemli yer okullar, milli eğitim ve yükseköğretim oluyor. Yükseköğretim daha serbest ben ve benim gibi arkadaşlarım bunu zaten yüklemeye çalışıyor ama 18-19 yaşına gelen bir insana da oradaki bütün rolleri kırmak, erkekliklerini yıkmak, onların kadın olduklarını anlatmak ve bu sorgulamaları yapmak o yerden sonra çok zor oluyor. O yüzden bizim her daim karşımızda bir  ‘düşman’ varsa ona her şekilde hazırlıklı olmakla yükümlüyüz. Bir strateji ve manevra geliştirmek zorundasınız” ifadelerini kullandı.
 
'Kadınlar hep ikincil bir noktada ele alınıyor'
 
Türkiye yüzyılıyla ilgili yeni bir müfredatla karşılaştıklarına vurgu yapan Duygu Altınoluk, bunun değişeceğini bildikleri halde hazırlıksız yakalandıklarını ve bir karşı müfredat geliştiremediklerini söyledi. Duygu Altınoluk, “Anadilde eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi, demokratik eğitim diyoruz. Bana laik, demokratik, bilimsel, anadilde eğitimin nasıl olduğuyla alakalı sivil toplum kuruluşlarının (STK), derneklerin, sendikaların, partilerin bir örnek koyması gerekiyor. Bizim bu manevralar için elimizdeki en büyük güç sendikamızın bir kadın meclisi olması. Kadın meclisinden geçen kararlar genel meclise sunulduğunda kadın meclisinde gerekli sorgulama ve değerlendirmeler yapıldığı için tartışmaya açılmaz. Ama tartışılması dahi karar genel mecliste konuşulurken erkeklerden ‘çok pahalı’ sesleri yükselir. Önceliğimiz kadın eylem ve etkinlikleri bütçesidir ve fiyat ne olursa olsun kadınların sendikanın yararını, bütçesini düşünerek gerekli pazarlıkları yapmışlardır. Ama sendikalarda kadın eylem ve etkinlikleri ikincil emek, ikincil emekçi olarak gösterilir. Tıpkı kadınların sendikalarda yaptığı herhangi iş ve eylemlerin ikincil görüldüğü gibi” diye belirtti.
 
‘Yerel seçimlere rağmen geriledik’
 
Ardından konuşan Gülçin Özge Tan, siyasete ve karar alma süreçlerine katılımda toplumsal cinsiyet eşitliği konusu üzerine değerlendirmelerde bulundu. Gülçin Özge Tan, “Dünya Ekonomi Formunun yayınladığı 2025 rapora göre cinsiyet eşitliği raporuna göre Türkiye 148 ülke arasından 135’inci sıraya geriledi. Daha iyi bir yerdeydik ve her gün geriliyoruz. Ve bunu yerel seçimlere rağmen yapıyoruz. Çünkü son yerel seçimler Türkiye’de kadınlar için bir heyecan yarattı. Demokrasi açısından da umutlandığımız bir seçim oldu ta ki seçim sonrası yaşanan süreçlere kadar. Avrupa’daki ülkeler arasında ise en sondayız. 2024 yılında 127’nci sıradayken 135’inci sıraya geriledik. Rapor, ekonomik katılım, eğitim, sağlık ve siyasal güçlenme alanlarından hareketle cinsiyet eşitliğini ölçüyor. Siyasal güçlenme olmadan diğer alanlarda sağlayacağımız eşitlik bize total eşitlik vermiyor ve ilerlemeyi sağlamıyor. O yüzden yapmamız gereken en önemli şey siyasal alanda güçlenmeyi sağlamak. Siyasal güçlenmede Türkiye’nin 2025 skoru yüzde 5.9 ve 135’inci sırada. 2024’le kıyasladığımızda aradaki farkın giderek açıldığını görüyoruz. Oransal olarak yüzde 11.8’den yüzde 5.9’a düşmüşüz” ifadelerini kullandı.
 
‘Krizler Çağı’
 
Yaşanılan çağın krizler çağı olarak tanımlandığını kaydeden Gülçin Özge Tan, “Öyle bir dönemdeyiz ki birçok şey krize girdi. Demokrasi, devlet, partiler, kapitalizm krize girdi. Kapitalizmin krize girmesiyle neoliberalizm ortaya çıktı. Neoliberalizm kapitalizmin yeni bir biçime olarak ortaya çıktı ve o da krize girdi. Diplomasi, iklim, ideoloji krizi çıktı. Bu yüzden bu yaşadığımız çağı ‘krizler çağı’ olarak adlandırıyoruz. Bugün siyasetçilerden en sağdan en sola kadar herkes kendini demokrat ilan ediyor. Eskiden faşist rejimler kendilerine faşist diyordu. Ama bugün aşırı sağcılar kendilerini demokrat ilan ediyorlar. Çünkü sandıkla işbaşına geliyorlar, seçildiklerinin ve seçileceklerinin vaadini veriyorlar. Ve bu sandığa indirgendikçe kendilerini demokrat ilan ederek bir halk egemenliği şiarı ediniyorlar. Bu da bize günün sonunda demokrasi krizini veriyor. Çünkü seçimlerden sonrasıyla ilgilenilmedi artık. Sadece Türkiye’de de değil aşırı sağın dünyada da bir yükselişi var. Benzeştiği ve ayrıştığı noktalar var. Din üzerinden bir kırılma yaşanıyor, göçmen karşıtlığı üzerinden bir ayrışma var. Göçmen karşıtlığını kim yükseltiyor denilince akıllara Zafer Partisi geliyor aslında iktidar partisinin de akla gelmesi lazım” dedi.
 
‘SES kuruluş yılından itibaren yüzde 30 kadın kotasıyla ilerliyor’
 
Sendikal mücadelede kadın temsiliyeti ve eşbaşkanlık konusunu ele alan Nazan Karacabey, son yıllarda emek, doğa ve kadına yönelik kıyıma vurgu yapararak şöyle devam etti: “Bizlerin sadece ücretlendirmelerimiz, istihdamımız parçalanmıyor, bizlerin örgütlenme kanalları da parçalanıyor. Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu’nun (KESK) kurulduğu dönemlerde belli başlı sendikalar vardı. KESK içerisinde SES'in ayrı bir yeri vardır. Kuruluş aşamasından itibaren kadınlar KESK’te en öndeler. Kadın kurucu üyemizde çok fazla ama konu şubelere, temsilciliklere geldiği zaman o dönemlerde bile kadın temsiliyetinin ne kadar az olduğunu görüyoruz. Bunun üzerine düşünerek sendikalarda çocuk odası olması gerektiğini söylüyorlar. Diğer sendikalarda ne zaman başladı bilmiyorum ama SES’in kuruluş yılından itibaren çocuk odaları var. Böylece kadınlar sendikal mücadelede daha çok yer edinmeye başlıyorlar.  SES kuruluş yılından itibaren yüzde 30 kadın kotasıyla ilerliyor. 2024 yılında ise eşit temsiliyete geçiyoruz.”
 
Kadın temsiliyetinin önemi
 
Nazan Karacabey, eşbaşkanlık sisteminin önemi dikkat çekerek, kadın temsiliyeti açısından önemli olduğunu belirterek, “Meclisleşme bizim için çok önemlidir. Son zamanlarda kurumlarda ve STK’larda kurulan kadın meclisleri karar organı haline geldi. Fakat alınan kararlarda ki her duraksama bizi geriye götürür. O yüzden aldığımız her kararda, kadına yönelik yaptığımız her işte o işlere sahip çıkmak zorundayız. Biz en son SES tutum belgesi hazırladık. Kadına yönelik taciz ve tecavüz genel kurulu beklemeden ilk toplantıda ihraç kararı çıkacak şekilde düzenlendi”  diye konuştu.
 
‘Kadının rengi siyasete yansıdığında yaşamın özgürleştiğini görüyoruz’
 
Ardından eşbaşkanlık sistemini değerlendiren Neslihan Şedal, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen kadın mücadelesine daha sıkı bağlanıp örgütlenmenin altını çizidi. Neslihan Şedal, “Birileri geçmişte kadın mücadelesi açısından iz bırakmış bu uğurda mücadele etmiş olmasaydı belki bugün hiç birimiz burada kadın mücadelesini konuşuyor olmazdık. Sendikal ve kadın mücadelesinde en ağır bedeler ödenerek bu hareketlerin ilerlemesine vesile oldular. Özellikle yerel yönetim alanında yönetime başladığımızda kentlerde, yaşadığımız topluma dair mücadele etiğimizde aklımıza hep süfrajetler geliyor. Oy kullanmak için yaşamını yitirenler, açlık grevlerine düşenler ve zindanlara düşenler oldu. Öncesinin olduğu gibi bizler şuan sembol olan isimlerden bahsediyoruz. Bir oy kullanmanın eşit temsiliyete dönüştüğü, kadının renginin siyaseti yansıdığında yaşamı nasıl özgürleştirdiği herkes için nasıl özgür bir yaşamı ifade etiğine belki somuta görmek her ne kadar sancılı olsa da ne kadar anlamlı bir mücadele verdiğimizdi de görmek ve ifade etmek gerekiyor” diye kaydetti.
 
‘Kadın mücadelesi bin yıllardır yürütülüyor’
 
Eşit temsiliyet ile kadınların yaşadığı bölgelerde yerel yönetimlerde söz sahibi olduklarını belirten Neslihan Şedal, eşit temsiliiyet ile kadınların nasıl politikalar ürettiklerini vurguladı. Neslihan Şedal, şöyle konuştu: “Başımıza bela olmuş bir cinsiyetçilik ideolojisi var. Bu ideolojinin oluşturduğu kocaman bir ulus devlet aklı var. Ulus devlet aklının tamamen erkekler için kurguladığı bir yönetim alanı var. Dolayısı ile yerel yönetimler sadece belediyecilik alanı olarak görmek gerekmiyor. Yerelin daha güçlü yönetilmesi için alanların mücadelesi önemlidir. Bu alanlar bu akıl tarafından tamamen erkek alanlarına dönüştürüldü. Dolayısı ile feodal toplum içerisinde bütün bu sıfatların doğalığında, kişilik ile birlikte yönete bileme anlayışının getirmiş olduğu bir sürü zorlukları var. Bunun mücadelesi bin yıllardır yürütülüyor. Yönetimlerde kadınların renginin güçlü bir şekilde yansıtılabilmesi için bir mücadele gerçekliğinde bir mücadele yürütmenin anlamı büyüktür.”