Dünya kadınlarının demokratik konfederalizmi

  • 09:08 15 Ağustos 2025
  • Jineolojî
“Kadın sorunu en derin toplumsal sorunu teşkil ettiği için kadın devrimi de en köklü toplumsal devrimdir ve en önemli görevi, kadın etrafında örülen ilişkiler ağını çözmek ve parçalamaktır.”
 
Çiçek Solmaz
 
Kadının en derin sömürüsü, köleliğini doğuran ve tüm topluma yayan erkek egemenliğin, devletli uygarlığın ve kapitalist modernitenin karşı-devrimi, günümüzde yaşamın bütün alanlarında sistematik bir kriz, hatta kaotik bir durum yaşıyor. Kapitalist modernitenin güncel hali olan finans kapital ya da küresel kapitalist hegemonya olarak isimlendirebileceğimiz bu aşamada kendini gösteren sistem krizi yapısal niteliktedir. Bu yapısal krizi doğuran başlıca etkenler; kapitalist modernite sisteminde merkez-çevre yayılım sürecinin tamamlanması, doğa katliamları ile ekolojinin sürdürülemez boyutlara taşınması, çığ gibi büyüyen işsizlik ve ücret düşüklüğü nedeniyle artan yoksulluk, sermayenin üretimden kopuk en asalak kesimi olan küresel finansın hegemonikleşmesi, devlet bürokrasisinin dışını yutacak boyutlara varması ve tüm bu gelişmelere karşı başta kadınlar olmak üzere toplumun ezici çoğunluğunda ve her alanında direniş ağlarının gelişmesidir.
 
Yapısal kriz dönemleri, hem devrimsel ve karşı-devrimsel hem demokratik-özgürlükçü atılımlarla totaliter-faşist darbelerin iç içe yaşanabileceği süreçlerdir. Erkek egemenliğin en kurumsallaşmış, rafine olmuş hali olan faşizan rejimlerin, özellikle de kadın öncülüğünde demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesinin güçlü olduğu yerlerde (Türkiye, Belarus, Brezilya, Filipinler gibi) yükselmesi, bu anlamda tesadüf olmasa gerek. Köklü değişim yaratma şansının yüksek olduğu nadir tarihsel dönemlerden birini yaşarken, bu mücadeleden kadın özgürlük hareketleri öncülüğünde demokratik modernite güçlerinin mi, ataerkil hegemonyanın mı kazançlı çıkacağını belirleyecek olan, tarafların kuram ve yapılanmadaki anlam ve eylem gücüdür.
 
Sistem karşıtı güçler, yani demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü hareketler, içinde bulunduğumuz yapısal krizin kaos aralığında ufak ama yetkin başlangıç hamleleriyle kısa süreler dahilinde uzun geleceği belirleyecek oluşumlar ortaya çıkarabilirler. Dahası, kaos aralığından kadın ve toplum özgürlüğü lehine devrimsel bir dönüşümün sağlanması pekâlâ mümkündür. Bu bakımdan ilk ve son sömürge olarak kadın, tarihinin en kritik anını yaşamaktadır.
Kapitalist sistem kriz ve kaosunda en çok umut vaat eden, dünyanın dört bir yanında kadınların özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi uğruna yükselttiği direniştir. Gelinen aşamada kadın gerçeği, bütünüyle olmasa da büyük ölçüde görünür kılınmıştır. Kaos aralıklarında her olgunun değişme şansı yüksek bir aydınlanmayla daha da arttığı için, özgürlük lehinde atılacak adımlar niteliksel sıçramalara yol açabilir. Güncel krizden kadın özgürlüğü büyük kazanarak çıkış yapabilir.
 
21. Yüzyıl: Kadın devrim çağı
 
Kadın özgürlük sorunu bütün sorunların anası olduğu gibi, ataerkil zihniyet temelinde inşa edilmiş kadın-erkek ilişkileri de her türlü baskı, sömürü ve iktidar ilişkisinin kök hücresini oluşturuyor. Bu olgunun günümüze gelindiğinde kadın hareketlerin ve feministlerin hem pratik mücadele hem de kuramsal düzeydeki emek ve çabaları sonucu kapsamlı bir biçimde yüzeye ulaşması, sadece kadın özgürlüğü açısından değil, genel eşitlik ve özgürlük mücadelesi bakımından da tarihî, köklü devrimsel koşulların oluşmasında belirleyici rol oynamıştır. Kadın özgürlük mücadelesinin salt bir cins mücadelesi olmayıp, toplumun genel özgürlük düzeyini belirlediği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, kapsayıcılık potansiyeli en yüksek sosyal harekettir. Kadınların özgürlük mücadelesini diğer sistem karşıtı hareketlerden farklı kılan temel niteliği, bütün toplumsal mücadeleleri çevre, demokrasi, barış, antifaşizm, anti-ırkçılık, emek, öz yönetim, adalet gibi kapsama ve bütünlüklü kılma potansiyelidir. Son 200 yıla damgasını vurmuş olan sınıf, ulusal kurtuluş ve sömürgecilik karşıtı mücadeleler böylesi bir kapsayıcılığı ve bütünselliği sergileyememiştir. Bu potansiyele ancak “bütün sorunların anası” olarak kadın olgusu veya kadın özgürlük sorunu sahip olabilir.
 
En alttaki cins olarak kadının kendini çağımızda yüzeye vurmuş olması, kadın özgürlüğünün gerçekleştirilmesi, yani erkek egemen sistem ve onun dayandığı zihniyetin aşılması için belki de tarihte hiç olmadığı kadar güçlü olanakları beraberinde getiriyor. Cins çelişkisini özgürlük ve gerçek eşitlik lehine çözmenin koşulları her zamankinden daha fazla olgunlaşmıştır. Fakat nasıl bir çözümden bahsediyoruz? Özgürlük ve eşitlik nasıl sağlanacaktır? Kanunlarla mı? Çıkarılacak yeni kadın hakları ile mi? Her biri mücadele kazanımı olan kadın hakları veya yasal eşitlik elbette ki önemlidir; ancak uygulama “özgürlüğünün”, ataerkil zihniyetin en kurumsallaşmış yapısı olan ulus-devletlerde olduğu bir sistemde, haklar çokça kâğıt üzerinde kaldığı gibi salt kanunlara dayalı olarak köklü değişimler beklemek de hayalcilik olur. Kaldı ki dünya çapında kadın hak ve özgürlüklerinin iptali için örgütlü bir lobinin küresel çetenin saldırıya geçtiği bir dönemin içindeyiz.
 
Toplumlarda köklü değişimler herhangi türden krizler ile değil, kaos niteliğindeki krizler sonucu olur. Kaos aralığı, yeni biçim, tür ve yapılanma benzeri değişimler için gerekli karmaşayı sunuyor. Bu sistemin reformla düzelme şansı yoktur. Güncel kaostan toplumsal özgürlüğe yol açmak için gerekli olan, bütün toplumsal alanlarda yürütülecek bir kadın devrimidir. Nasıl ki kadın köleliği en derin kölelikse, kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik devrimi olacaktır.
 
Son yıllarda 8 Mart veya 25 Kasım vesilesiyle dünyanın dört bir yanında yapılan kadın gösterilerinde taşınan “Çözüm Feminist Devrim”, “Devrim Dişildir” ya da “Kadının Yeri Devrimdir” yazılı pankartlarda da bu tespit dile gelmektedir. Rojava’dan Arjantin’e, İspanya’dan Hindistan’a, ABD’den Sudan’a ve daha birçok yerde yükseltilen kadın direnişlerine bakınca, gerçekten de çağımızın kadın zamanı olduğunu hissedebiliyoruz. Ancak hem nitel hem de nicel açıdan dünya çapındaki kadın mücadelesinde kaydedilen sıçrama, madalyanın sadece bir tarafıdır. Madalyanın öbür yüzünde patriarkal hegemonyanın, kadın kırımı diyebileceğimiz sistematik saldırı savaşı yürütülmektedir. Kriz içindeki egemen sistem, hem oldukça inceltilmiş hem de son derece kaba yol ve yöntemlerle kadın devrimi olanağını boğmaya ve böylece varlığını güvence altına almaya çalışıyor. 
 
Dünyanın her yerinde bunun sayısız örnekleri ile karşı karşıyayız. Hem ataerkil kapitalist sistemin saldırı savaşına karşı durabilmek hem de altın değerindeki tarihsel momenti toplumsal özgürlük çağına dönüştürmek için gerekli olan, köklü bir kadın devrimidir. Devrim kavramının çok sayıda farklı tanımları mevcuttur. Bizim anlayışımıza göre devrim, her şeyden önce “Nasıl yaşamalı?” sorusuna cevaptır. Kadın sorunu en derin toplumsal sorunu teşkil ettiği için kadın devrimi de en köklü toplumsal devrimdir ve en önemli görevi, kadın etrafında örülen ilişkiler ağını çözmek ve parçalamaktır. “Nasıl yaşamalı?” sorusuna en genel ifadeyle özgürlük ve eşitliğe dayanan ilişkiler ile yanıt veren kadın devrimi, bunun için öncelikle erkek egemenliğin, onun cinsiyetçilik ideolojisinin, kadın düşmanlığının, kadın kırımının ve tecavüzcü zihniyetin ortadan kaldırılmasını amaçlar. Bu amaçla radikal ve kesintisiz bir mücadeleye dayanır. Kadın devrimi, kadın üzerinde ve etrafında geliştirilen her türlü mal-mülkiyet ilişkisinin aşılması anlamını taşır. Kadın hem duygu, hem düşünce, hem de yaşamın her alanında ne erkeğin, ne başkasının, ne de sistemin mülkü olmamalıdır. Kadın sadece ve sadece kendisinin olmalıdır.
 
Kadın devrimi, erkek karşıtlığı taşımadığı gibi, tersine en köklü toplumsal devrim olarak toplumun yarısını oluşturan erkeğin de özgürlük sorununa çözüm geliştirir. Erkeğin zihniyetinde değişim ve dönüşüm sağlanmadan yaşamın özgürleştirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla kadın-erkek ilişkilerindeki her türlü iktidar ve egemenliğin, mülk-sahip ilişkisinin aşılması; eşitlik ve özgürlüğe dayalı bir cins ilişki biçiminin, özgür eş yaşamın geliştirilmesi, kadın devriminin öncelikli hedeflerindendir.
 
Kadın devrimi, devrimler tarihinde yeni bir aşama teşkil ediyor. Ancak bu, kendinden önceki devrimleri yadsıdığı anlamına gelmez. 19. yüzyıla damgasını vuran halk devrimleri ya da 20. yüzyıla damgasını vuran sosyalist devrimlerin yenilmesi veya çözülmesinden ziyade, devrimin bir aşamasının sona erdiğinden söz etmek daha doğrudur. Buradaki asıl mesele, bu devrimlerin sağladığı gelişmelerin görülmesi ve zayıf yanlarının çözümlenmesi temelinde, daha ileri bir aşamaya nasıl ulaşılabileceğine dair kuram ve yapılanmaya ulaşmaktır. Daha ileri bir özgürlük düzeyi ancak kadın devrimi ile yakalanabilir. Çünkü kadın gerçeği aynı zamanda bir toplumsal özgürlük gerçeğidir. Bu gerçeğin çözümlenmesi, yaşamın her alanında birçok gelişmeyi beraberinde zorlayacaktır. Eğer 21. yüzyılda devrimde yeni bir aşamadan bahsedeceksek, kadın devrimi kaba anlamda salt bir “cins devrimi” olarak değil de en gelişkin sosyal devrim olarak ele alınmak durumundadır. Yeni bir dönemin yakalanması için böylesi bir yaklaşım ve anlayış esastır. Kadın devrimi bu yönüyle en köklü, en eski ve en kapsamlı devrimdir.
 
Kadın üzerinde geliştirilen egemenlik, sömürü, ezilmişlik ve baskıyı, uygarlık tarihinde kümülatif bir biçimde gelişme gösteren her türlü iktidarın kökeni olarak ele alırsak; o zaman köklü bir özgürlük arayışı, günümüzdeki bütün iktidar, sömürü ve egemenlik biçimlerinin aşılmasını hedeflemek durumundadır. 21. yüzyıl kadın hareketinin veya feminizminin nasıl olması gerektiğine ilişkin yürütülen tartışmalarda da çok doğru ifade edildiği gibi, kadın devrimi doğa kırımından emperyalizme, emek sömürüsünden savaşa, sömürgecilikten faşizme, ırkçılıktan her türlü ayrımcılığa, doğal kaynakların ve yaşam alanlarının talanından, toplumsal alanda kendini gösteren her türlü gerilik ile mücadeleyi kapsar. Ve hatta ancak bir kadın devrimi ile, küresel kapitalist sistemin birer ifadesi olan bu iktidar ve sömürü biçimlerinin aşılabileceğine inanıyoruz.
 
Bu tezimizi somutlaştırmak amacıyla, yukarıda açımladığımız sistemin yapısal bunalımından en köklü çıkışın kadın devrimi ile gerçekleştirilebileceği iddiamızın dayanaklarını şöyle sıralayabiliriz:
 
*Temel toplumsal sorunların (iktidar ve devlet, ahlâk ve politika, zihniyet, ekonomi, endüstriyalizm, ekoloji, cinsiyetçilik, aile, kadın ve nüfus sorunu, kentleşme, sınıf ve bürokrasi, eğitim ve sağlık, militarizm, barış ve demokrasi vd.) kaynağındaki ezen-ezilen ilişkisi, erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetiyle oluşmuştur. Doğa üzerindeki tahakküm, sınıfsal, ulusal temeldeki sömürü ilişkileri, ahlak-moral sorunları olarak yansıyan iktidar ilişkilerinin ilk modeli bu ilişkiyle şekillenmiştir. Bu açıdan kadın eksenli iktidar, devlet, uygarlık çözümlemelerinin hakikati açıklayıcı niteliği daha yüksektir.
 
*Sınırsız sermaye birikiminin kaynağı olan ilk sömürü, kadın emeği ve bedeni üzerinde gerçekleşmiştir. Günümüze kadar da sürmekte olan bu sömürü düzeni, sistemin yeniden üretiminin temel dayanağıdır. Çocuk doğurmak, beslemek, bakımını üstlenmek; erkeğin ve aile bireylerinin ihtiyaçlarına harcanan duygusal ve fiziki emek karşılıksız ve değersiz görülerek binlerce yıldır süren bir emek hırsızlığı perdelenmiştir. Kadının ilk ve son sömürge olarak konumunu aydınlatmak; emeğinin, beden ve ruhunun özgürleşmesini sağlamak, kapitalist sistemin ve uygarlığın temellerini sarsıcı karakterdedir.
 
*Savaş-militarizm, faşizm; erkeğin kadın üzerindeki baskı ve şiddetinin kurumsallaşmış ifadeleridir. Erkek egemen sistemin işbirlikçisi bir kesim kadını saymazsak, esas olarak egemen erkek değerlerine dayalı yönetme ve siyaset tarzı savaş ve şiddete dayanır. Barışçıl çözümler, halkların kardeşliği, farklılıkların bir arada yaşadığı demokratik siyaset; ağırlıkta kadınların temsil ettiği, özlemini duyduğu ve mücadelesini yürüttüğü değerlerdir. Kadın özgürlük hareketlerinin siyasetteki etkinliği, egemen erkekliğin yarattığı devasa sorunları çözerek, demokratik siyasetin esasını oluşturur.
 
*Hegemonik temelde gelişen eş yaşam ilişkileri, ister geleneksel isterse modern formlarda, sürekli kriz, cinnet, bunalım ve cinayetler üretmektedir. Bu durum, kadın ve çocukların yaşamını tehdit eden; sağlıklı ruhsal ve bedensel gelişimini engelleyen; toplumsal, ahlaki ve estetik değerleri ortadan kaldıran bir rol oynamaktadır. Her iki cinsin eşitliği ve özgürlüğünü esas alacak temelde eş yaşamın yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Kadın-erkek ilişkilerinin cinselliğin ötesine geçerek bilimsel-felsefi, siyasi, kültürel temelde gelişmesiyle bu sorunlara daha köklü çözümler bulunmuş olacaktır.
 
*Aile, ideolojik bir kurum olarak devletli uygarlığın kök hücresidir. Kadın ve erkeklerin cinsiyetçi kültürle şekillenmesi, kadınların emeği ve bedeninin sömürüsü; genel toplumsal amaçlar yerine aileyi geçindirme ve korumayı yerleştirerek bireyleri teslim almada devletler ve iktidarın en işlevli aracıdır. Çağımızda derin bir krizi yaşayan aile kurumunun, toplumsallıkta oynadığı rolü gözetecek bir dönüşümü yaşaması, birçok sosyal sorunun çözümünü sağlayacaktır.
 
*Erkeğin sınırsız haz ve iktidar alanı olarak şekillenen cinsellik, kapitalizmin afyonu niteliğinde topluma karşı kullanılmaktadır. Kadının metalaşmasına, sürekli tecavüz kültürü altında yaşamasına yol açan cinsellik anlayışı, toplum üzerinde çok yıkıcı etkilere yol açmaktadır. Fuhuş, porno ve eğlence sektörlerinde milyonlarca kadın, çocuk ve erkek köle olarak kullanılarak kapitalizme muazzam kazançlar sağlamaktadır. Cinselliğin iktidar ve kapitalizmden arındırılarak doğa ile ve insan toplumunun ulaştığı düzeyle bağlantılı bir form kazanması, iktidar, ahlaksızlık, sermaye ve çirkinlik kaynağı olan bu kültürün dönüşümünü sağlar.
 
*Nüfus artışı, devlet, erkek ve dinlerin kadını çocuk fabrikası olarak görmelerinden kaynaklanır. İdeolojik yanılgılar yaratma, hukuki ve tıbbi tedbirlerle sürdürülen çocuk doğurma kültürü, en başta kadını, devamında toplum ve doğayı tehdit eder hale gelmiştir. Kadınların sağlık, ekonomik, yaşam koşullarının ve kararının esas olduğu; ekolojik dengeyi gözeten bir çocuk doğurma anlayışının geliştirilmesi, demografik sorunun köklü çözümünü sağlar.
 
*İnsan-doğa ilişkileri başlangıçta, doğayı kadınla, anneyle, insanın kendisini onun bir parçası ya da çocuğu görmesine dayalı gelişmiştir. Bu dengenin insanlığın gelişimini doğanın aşılması ve denetime alınması temelinde bozulmasına yol açan erkek egemenliğidir. Doğayı insana hizmet edecek sınırsız bir kaynak, sırları ele geçirilerek tecavüz edilecek bir kadın olarak düşünmek, erkek egemenliğinin yarattığı çirkin bir kurgudur ve ekolojik krizin nedenidir. Ekolojik yaşam felsefesinin gelişmesi için, birinci ile ikinci doğa arasındaki bağın kadın bakış açısı ile yeniden kurulması; can çekişmekte olan doğanın kurtarılması ve insan toplumu ile denge içinde yaşamın gelişeceği üçüncü doğayı açığa çıkaracaktır.
 
*Bilginin iktidar ve sermayeyle iş birliği, cinsiyetçi karakteri, uygarlık ve kapitalizmin meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Cinsiyetçi tarih, bilimi sadece kadını görmezden gelerek değil, tarihsel gelişimi çarpıtarak sömürü sisteminin ezeli ve ebedi olduğunu meşrulaştırır. Devletlere toplumu sömürmede danışmanlık yapmaya ve toplumsal sorunların nedenleri ile çözümlerini örtbas etmeye çabalayan sosyoloji bilimi; silah sektörü ve sermaye birikiminin gelişmesi temelinde etikten yoksun biçimde bilgi ve teknoloji üreterek insan ve doğa tahribinde rol oynayan fizik, kimya, biyoloji ve tıp bilimleri; toplumsal sorunları bireyleri rehabilite etmeyle görünmez kılan psikoloji bilimi ve daha birçok bilimsel alan, yaşanan sorunların suç ortağıdırlar. Bilim ve bilginin yaşamla, özgürlükle ve ahlakla yeniden bağ kurması gerekmektedir. Doğa bilimleri ile insani bilimler arasındaki bağ, sosyal bilimler üzerinden yeniden kurularak; esasta tüm bilimlerin yaşam ve toplumla bağı yeniden kurulmalıdır. Sosyal bilimin de pozitivizmin dar görüşlülüğünden kurtarılmasında, kadın bilgisini esas alan sosyolojik yaklaşım; kadın bakış açısına dayalı sosyal bilim anlayışları, bilimde paradigmasal devrimde önemli bir rolün sahibi olacaktır.
 
Kadın devrimi, normal düzeydeki bir mücadele ile gerçekleştirilemez. Hem kuramda hem de eylemde en köklü çıkışları gerektirir. Belki de yüzyıl gerekebilecek kalıcı kurumlar oluşturmak gerekir.
 
*Bir sonraki bölümde, kadın devrimi için elzem olan anlamsal ve yapısal form konusunu ele alacağız.
 
* Yazının devamı haftaya “Kadın Özgürlük Mücadelesinin Sistemik Düzeye Kavuşturulması” başlığıyla yayınlanacaktır.