Kürt Kadın Hareketi'nin kavramsal ve kuramsal dönüşümü (1)

  • 09:01 2 Haziran 2025
  • Dosya
Sömürgecilik ve kadın gerçeği 
 
HABER MERKEZİ - Abdullah Öcalan, Kürt toplumunda kadın ve aile yapısının, sömürgecilik, şiddet ve karşı devrim mekanizmalarıyla nasıl şekillendiğini analiz ediyor. Bu yapının aşılmasının ise devrimci bir aile modeline ve kadın özgürlüğüne bağlı olduğunu vurguluyor.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, PKK 1 Mart’ta ateşkes ilan etti. Bunu takiben, 5-7 Mayıs tarihleri arasında iki ayrı bölgede eş zamanlı olarak 12. Olağanüstü Kongresi gerçekleştirildi. Kongrede alınan kararlar, 12 Mayıs’ta kamuoyuyla paylaşıldı. Açıklamada, 52 yıllık mücadelenin ardından yeni bir mücadele sürecine geçildiği belirtildi.
 
Kongrede, Kürt Kadın Hareketi’nin ideolojik, pratik ve tarihsel gelişimi kapsamlı biçimde değerlendirildi. Kadın mücadelesinin, dünya kadın hareketlerine hem ilham kaynağı olduğu hem de ideolojik, felsefi ve örgütsel açıdan öncülük ettiği vurgulandı.
 
Kadın-aile çözümlemeleri, Kopuş Teorisi, Kadın Kurtuluş İdeolojisi, Toplumsal Sözleşme, Demokratik Konfederal Kadın Sistemi ve Jineoloji gibi başlıklar, 52 yıllık mücadele süreci içinde öne çıkan tartışma alanları arasında yer aldı. Kasım 1987’de kurulan Yekîtiya Jinên Welatparêzên Kurdistan (YJWK), kadın mücadelesinin örgütsel olarak derinleştiği dönemin simgesi olarak yeniden hatırlatıldı.
 
Dosyamızın ilk bölümünde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1987 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yaptığı konuşmaya yer veriyoruz.
 
Sömürgecilik ve kadın gerçeği
 
Abdullah Öcalan, Kürdistan’daki sömürgeciliğin kadın gerçekliğiyle tarihsel bağ içinde değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Abdullah Öcalan, “Kürdistan’da sömürgeciliğin ulaşmış olduğu boyutlarla, özelde kadının içinde bulunduğu boyutlar arasında sıkı bir ilişki kurulabilir. Kürdistan’da vücut bulan sömürgeciliğin, kadın gerçeğinin yalnız günümüzde değil, yüzyıllardan beri içinde bulunduğu süreçle yakın benzerlikleri vardır. Bugün ister kapitalist, ister sosyalist, isterse geri bırakılmış ülkeler denilen alanlardan da sorun birçok yönüyle kendini duyurmaktadır. Mevcut devrimler sorunun üzerini kısmen açmış, ama özüne tam inmiş olmaktan uzaktır” diye belirtiyor. 
 
Kapitalist ve sosyalist toplumlarda ailenin krizi
 
Hem kapitalist hem sosyalist sistemlerde aile kurumunun ciddi bir kriz içinde olduğunu kaydeden Abdullah Öcalan şu ifadeleri kullanıyor: “Gelişmiş kapitalist emperyalist toplumlarda aile denilen kurum, büyük bir çözümsüzlük içindedir. Kapitalist toplumun en çok geliştiği kurum olan çekirdek ailenin bile dağılma ve anlamsızlaşma tehlikesiyle yüz yüze olduğu açıkça görülmektedir. Aynı sorun sosyalist ülkelerde de varlığını duyurmakta, özellikle aile ilişkilerinde sorunlar çok yoğun yaşanmaktadır. Örneğin yapılan evliliklerde başarısızlık oranı yüzde ellilerin üzerine bile çıkabilmektedir. Yani sağlıklı ilişkilerin sosyalist ülkelerde bile tam kurulduğunu söylemek olası değildir. Tabii ki geri bırakılmış ülkelerde sorun daha da içinden çıkılmaz bir hal alır.”
 
Kadın-erkek ilişkileri ve kişilik sorunu
 
Kürdistan’daki kişilik sorunlarının kadın-erkek ilişkilerindeki bozulmayla bağlantılı olduğunu vurgulayan Abdullah Öcalan, “Kürdistan’da kişiliğin çözümlenmesi meselesi, kadın-erkek ilişkilerinin olumsuzlaşmasıyla da sıkı bir ilişki içindedir. Bu ilişkilerin içinde bulunduğu düzey, muazzam gerginliklerin, örgütlenmeme, mücadele etmeme, sorunların saptırılması, her türlü tutuculuk ve geriye çekme hareketinin kaynağı durumundadır. Bu ilişkilerden kaynaklanan kişilik durumundan şiddetle etkilenmektedir. Dolayısıyla sorunu hiçbir biçimde görmemezlikten gelemeyiz. Ama sorunu alışılagelmiş biçimlerle ele almak da doyurucu olmuyor. Elbette ki filozofça bir yaklaşımdan bahsetmiyoruz. Yine günlük ekonomik, sosyal, siyasal ilişkilere katılımda hemen bir eşitliğin sağlanması gerektiğini de söylemiyoruz. Bu konuda hayalperest olmamak gerektiğini bilerek hareket etmeliyiz” diye belirtiyor. 
 
Ailenin doğal kökenleri ve evrimi
 
Abdullah Öcalan, aile kurumunun başlangıçta bilinçli değil, doğa güdüsüyle şekillendiğini, “Aile kurumu ortaya çıkarken, başlangıçta taraflar birbirlerine öyle dokunulmaz kutsal ilkelerle yaklaşmamışlardır. Rastgele, kendiliğinden ve doğanın zorlaması altında, adeta güdüleriyle böyle bir kurumun içine girmişlerdir. Başlangıçta bir aile kurumundan bile bahsetmek mümkün değildir. İnsanların üremesi, hayvanlardakine çok yakın benzerlik içinde, güdülerle yönetilir bir durumdadır. Bu kurumun bazı özelliklerinin daha sonra ortaya çıktığını biliyoruz” sözleriyle anlatıyor. 
 
Ailenin siyasal, ahlaki ve ekonomik gericilik üretimi
 
Abdullah Öcalan, aile yapısına ilişkin şu tespitlerde bulunuyor: “Aile bünyesindeki karmaşıklığı, sorunların had safhadaki durumunu objektif olarak görmekte yarar var. Yüzyıllardan beri kendiliğinden gelişen bir olgu olmayan aile kurumuna siyasal bir yaklaşım göstermek zorunludur. Bazı güçler tarafından sağına soluna koltuk değnekleri yerleştirilerek güçlendirilmeye çalışılan, çok tehlikeli ideolojik, politik, ahlaki, kültürel ve ekonomik gericiliği yaşatan tehlikeli bir kurumdur aile. Aile içindeki egemenlik erkekte düğümlenir. Aile içinde sözü geçen erkek, geneldeki düşkünlüğü, yani egemen sömürgeci otoritenin bütün olumsuzluklarını kendi kişiliğinde aileye yansıtır. Yani siyasal otoriteden, her türlü toplumsal kurumlaşmaktan, söz söylemekten, hatta dilini bile konuşturmaktan alıkonulmuş, ekonomik olarak daraltılmış erkek; mevcut sorunların doğurduğu öfkeyi aile içinde kadınlarda ve çocuklarda giderir. Bizde aile içi kavgaların şiddetli olmasının nedeni budur.”
 
Ailede baskı, sahte otorite ve şiddet döngüsü
 
Ailedeki erkek egemenliğinin sahte bir otoriteyle şiddete dönüştüğünü ifade eden Abdullah Öcalan, “Yani bir kovana taşıyamayacağı kadar arı doldurursan, yaşatamazsın. Aile üzerindeki baskı şiddetlendikçe, bunu bütün aileye yayar ve burada kavga, gürültü ile yaşanılmaz bir durum ortaya çıkar. Bu da iki biçimde çözüme gider. Birisi, ya aileyi terk eder, bırakıp kaçar, ‘bıktım’ der. Diğeri ise, biraz nüfuzlu bir aile veya sömürgecilik biraz imkân açıyorsa, son süratle sömürgeciliğe koşar, işbirlikçiliği derinleştirir. Bu iki çözümde de olumsuz bir gidişat vardır. Sömürgecilikle bağların geliştirilmesi, sorunu ağırlaştırıyor; aileden kaçma ise, aileyi çözülmeye doğru götürüyor ve bu da bunalımı derinleştirdikçe derinleştiriyor. Ailede eşitliğin, özgürlüğün, devrimcileşmenin olmayışı, erkeğe sakıncalı, sahte bir otorite veriyor. Erkek, toplumda gördüğü, kendisine dayatılan otoriteleri ailede uygular. Adeta o, ailenin kralı, despotu ve otoriter gücü olarak tatmin oluyor” diye kaydediyor. 
 
Şiddet, erkeklik ve sahte güç
 
Abdullah Öcalan, ailedeki erkek egemenliğinin sahte bir güç duygusuna dönüştüğünü ve bunun şiddeti meşrulaştırdığını vurguluyor. Abdullah Öcalan şöyle devam ediyor: “Bu durumda ‘Her ne kadar bazıları beni güdüyorsa da, ben de 5-10 çocuk, birkaç kadını idare ediyorum; ben de küçük bir kralım’ diye ortaya çıkar. Hatta ‘Ben şöyle bir adamım’ diyerek kadını, çocukları sık sık döver. Bu, onda sahte bir yiğitlik geliştirir. Kadın ve çocukları dövmekle yiğitlik duygusuna kapılır. Bu erkek tipi, düşkünlüğün en tehlikeli biçimidir. Ailenin ‘efendisi’ duygusu erkeklere biraz rahatlık, büyüklük veriyor, tatmin ediyor. Avrupa’da, sosyalist ülkelerde böyle şeyler yoktur. Birçok sosyal kurum, bunu gidermiştir. Tabii ki bu sorun bizde çok derindir. Çok muhtaç olunca erkeğin nereye koştuğunu belirttik. ‘Köy koruculuğu’ yasasında görüldüğü gibi, silaha, paraya koşuyor. Daha sonra da bilinen trajediler ortaya çıkıyor. Bütün ailesini imhaya götürüyor. Bugün bu sorun tüm dehşetiyle ortaya çıkmıştır. Sömürgeciliğin ektiği, zehirlediği ve sonra da kendine karşı kullandığı tohumlar böyle ürün veriyor.”
 
Aile, namus ve teslimiyet ilişkisi
 
Aile ve namus anlayışının nasıl bir teslimiyet mekanizmasına dönüştüğünü ortaya koyan Abdullah Öcalan şu sözleri kullanıyor: “Günümüzde düşmanın en çok güvendiği ve sonuç almaya çalıştığı aile kurumunun diğer bazı yönlerine de değinmek gerekmektedir. Bizde oluşturulan namus anlayışının ne olduğu biliniyor. Kadınla oynarsan, erkek ölür. Kadın-erkek, ulusal toplumsal amaçlar dışında birbirlerine o kadar bağlanmışlar ki, eğer erkek bu amaçlara biraz ilgi duyarsa, bunlardan kopartmak için ne yapılır? Kızı varsa kızına, eşi veya nişanlısına polis el atınca erkeği hemen teslim alabiliyor. İşsizdir, güçsüzdür, açtır, biraz iş veriyor, karnını doyuruyor. Bunun sonucu yüzlerce insan yitirdik. Yani kendisinin koşullandırdığı bir ilişki, bugün müthiş bir karşı devrimci ilişkiye dönüşmüştür. Adeta bir avlama tuzağı gibi zarar üstüne zarar veriyor. Aileye el attıkça korucu çıkarıyor, devrimciyi dağdan indiriyor; aileyi yoksullaştırdıkça satın alıyor. Hem güçsüz düşürerek, savunmasız bırakıyor hem de günü geldiğinde en tehlikeli bir araç gibi kullanıyor.”
 
Ailede geleneksel baskı ve devrimci mücadele
 
Abdullah Öcalan, ailedeki geleneksel erkek egemenliğinin, devrimci süreci engellediğini şöyle dile getiriyor: “Aile bizi en çok zorlayan bir kurumdur. Özellikle eski nesli temsil ettikleri için devrimci sürece giremeyen babalar, tüm güçleriyle geleneksel aileyi korumak istiyorlar. Bundan dolayı da, başta boyun eğmecilik olmak üzere, her türlü olumsuzluğu aile içinde yaşatıyorlar. Bu da büyük bir kavgaya yol açıyor. Onu korumazsa erkeklik elden gider. Çünkü ‘namus, yaşam ve felsefe’,  onunla tanımlanır.”
 
Kürt ailesinin içsel çatışmaları
 
Kürt toplumunda ailenin yapısal olarak bir krize dönüştüğünü kaydeden Abdullah Öcalan, “Aile için daha ayrıntılı gözlemler yapabiliriz. Bizde aile çok yönüyle eleştiriye tabi tutulabilir. Aileden çok, bir dramdır Kürdistan’da yaşanan. Bizde bir kargaşa olan aile, düşüncenin gömüldüğü, iradenin yazboz tahtasına çevrildiği, insanımızın paramparça edildiği, dağıtıldığı bir şeytan üçgenidir. Onun için devrimcileştirilmesi gereken kurumların başında aileyi ele alıyoruz. Bir devrimci, bu konuda görevini özenle ele almak durumundadır. Elle tutulur yanı olmayan bu gerici aile ilişkisini basit bir gurur sorunu olarak ele alamayız. Bu ilişkinin sorumlusu değiliz ama bunu devrimcileştirme sorumluluğumuz vardır”
 
Ailecilik ve toplumsal kurumsallaşmanın tıkanması
 
Küçük aile idealinin ulusal-toplumsal gelişmenin önünde engel oluşturduğunu söyleyen Abdullah Öcalan şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Aileciliğin daha birçok uzantısından bahsedilebilir. Ailesini kuran adam, ‘Dünyamı kurtardım’ diyor ve sıvışıyor. Bunun için biz, tehlikeli, ulusal toplumsal kurumlaşmayı engelleyen bir ilişki diyoruz. Küçük aileye sığınarak ne kurtarılabilir? Genç delikanlı ve kızların beş on yıl aile kuracağız hayaliyle yaşayıp çalıştıkları bilinmektedir. Kurduk, kuracağız derken kurulur ve daha sonra nasıl idare edileceği gündeme gelir. Avrupa vb. gurbet kapıları açılır. Beş on yıl da ev yapmak, iş bulmakla geçer. Ardından ihtiyarlık ve ölümle biten bir yaşam. Yani doğuştan ölüme kadar etrafında dönülen güneş, bir karanlık nokta biçiminde sonuçlanıyor.”
 
 Aileyi kurtarma adı altında her türlü fedakârlığı yapıyoruz. Eğer aile için yapılan fedakârlıklar devrim için yapılsaydı, hem aile yüzlerce kat yükselir, hem de ülkemiz çoktan kurtulmuş olurdu. Yanılgı o kadar şiddetli ve çabalar o kadar boşa gidiyor ki, sözde namus ve aileyi kurtarmak için bir ömür tüketiliyor. Bazen yalnız aileyi de değil, sülaleyi kurtarmak için her şeyi göze alıyor, ölüme bile gidiyor. Bugün Kürdistan’daki en basit çekişme ve kavgadan tutalım, gurbet sorununa ve bir yığın psikolojik bunalıma kadar hemen hemen her şey, aile sorununun uzantısı olarak karşımıza çıkar. Birçok arkadaş, bu kadar karmaşıklaştırılan, çözümsüzlük içinde tutulan bir soruna yaklaşmamak isteyebilir veya bundan ürkebilir. Fakat bizi en çok zor durumda bırakan, toplumsal ve ulusal gelişmeye ciddi zararlar veren bu sorunu çözüme götürmek, devrimci görevlerimizden biridir.”
 
Ailenin karşı devrimci yönü ve kadın hareketi
 
Abdullah Öcalan, aile kurumunun ulusal-toplumsal mücadelede karşı devrimci bir unsur haline geldiğine şu ifadelerle dikkat çekiyor. “Anlaşılacağı gibi, ulusal toplumsal sorunların önemli bir kaynağı, ailenin gericiliğidir. Bu sadece objektif bir durum da değildir. Bugün düşman örgütlüyor; her arkadaşın ailesini şu veya bu oranda örgütlemeye çalışıyor. Ailenin bir üyesi bizim yanımızdaysa, bir üyesini de düşman kapmaya çalışıyor. Aile, günümüzde tehlikeli bir devrim ve karşı devrim yatağına dönüşmüştür. Mücadelenin bu zemindeki tüm sosyal, siyasal boyutlarını görmemiz gerekiyor. Özellikle de çok tehlikeli karşı devrimci ilişkilerin olduğu aile ortamına fazla güvenilmemelidir. Eleştirici, mücadele edici bir yaklaşım zorunludur. Öz olarak sorunun konuluşu budur. Bizim burada ulaşmak istediğimiz sonuç, bunun kadın özgürlüğü ile bağlantılarını koymaktı. Fakat kadın denince bizde akla gelen aile olur. Evinin ötesinde, aileden ayrı bir kadın düşünmek mümkün müdür? Bizde evin ötesindeki kadın suç işlemiştir anlamına gelir. Böylelerine sakıncalı kadın gözüyle bakılır. Bir bayanı evden parti saflarına almamızın, hemen hemen her öğe için büyük bir olay olduğu açıktır. O halde kadının hareket özgürlüğü, Kürdistan’da hemen hemen hiç yoktur. Ana-baba evindeki bu durum, koca evinde daha da kötüdür. Toplumsal saflardaki kadın hareketliliği bizde yok denilecek kadar azdır. Öyleyse bunun çözümü ne olacak? Devrimin en çok dayanması gereken ama olumsuzluk akıtan bu sorunun ağırlığı ve önemi ortadadır.”
 
Parti ve devrimci aile kavramı
 
Abdullah Öcalan, devrimci örgütün toplumsal yeniden kuruluşta bir aile alternatifi sunduğunu ifade ediyor. Abdullah Öcalan, “Parti ailesi deyip geçmemek gerekiyor. Parti, bizi bütün toplumsal ve ulusal yeniden kuruluşa götüren en seçkin bir ailedir. Objektif olarak, parti sorunlu aileyi yenme, ailenin yeniden kuruluşunu kendinde cisimleştirecek, yani devrimci özgür aileye bizi götürecek kurumların başında gelen en büyük silahımıza sığınma, bilenme karargâhımız ve saldırı üssümüzdür. Burada durumu önemiyle kavramak için, sorunların derinliğini duymak gerekir. Bu konuda bazı arkadaşların yetersiz çabalarına anlam veremiyoruz. Büyük sorunların altından gelen biri olarak, büyük çabanın da adamı olacaksın. Sorunları bu kadar duyan birisinin, sorunlara yüzeysel, yetersiz yaklaşmasının da anlamı yoktur. Önemi bu denli ortaya konulan partiyi, o halde çok iyi tanımlamalıyız. Buradaki ilişkileri, yeniden kuruluşu çok iyi tanımalıyız” diyor. 
 
Aileyi yenmek, özgür bireyi yaratmak
 
Abdullah Öcalan, geleneksel aileyi aşmanın, bireyi devrimci ve özgür bir varlığa dönüştürmenin şartı olduğunu şöyle ifade ediyor: “Mevcut aile kurumuna en sağlıklı eleştiriyi yönelten bir hareket olduğumuzdan dolayı düşman halen bizim yönelimimizi araştırmakla meşgul. Biz onun kurduğu, geliştirdiği bu aileciklerin, küçük burjuva ailesinin nasıl yetmez ve bizi engelleyemez konumda olduğunu ona kanıtlıyoruz. Düşmanın düşürdüğü, aile cenderesinde sıkıştırdığı insanımızı güçlü bir ihtilalciye dönüştürmenin hesabıyla uğraşıyoruz. Bugün hepiniz aile saflarında olsaydınız, kötürüm bir erkek veya kadın olmaktan kurtulamazdınız. Şimdi bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hiçbir şeyiniz yoksa da sağlam bir kafanız ve bünyeniz vardır. Bu olmasaydı, çoğunuz sorunlar altında ezilmiş ve kamburlaşmıştınız. Çoğunuzun ne hale geleceği tasvir bile edilmez. Her şeyden önce kamburu çıkan, sorunlar altında ezilen, düşünce gücünden yoksun, özgürlüğün çok uzağında olan bir tip olurdunuz. Bugün gelinen aşama yüksek bir kazanımdır. Şimdi çok şeyi daha yeni ve özgür temellerde kurabilirsiniz.”
 

Etiketler:

Okumadan geçme!