
Göz ardı edilen gerçek, görünmeyen failler (4)
- 09:01 30 Mayıs 2025
- Dosya
‘İndirim kararları erkek şiddetini meşrulaştırıyor’
Yeşim Oruç
HABER MERKEZİ – Kadın katliamlarında fail lehine uygulanan “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimleri, adaleti gölgede bırakıyor. Mahkemelerin kararları, erkek şiddetini meşrulaştırırken, kadınların yaşam hakkı yok sayılıyor.
Kadın katliamları ve kadına yönelik şiddet davalarında mahkemelerin sistematik olarak uyguladığı “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimleri, faillere cezasızlık yolunu açtı. Bu uygulamalar, kadınların yaşam hakkını ikinci plana iten ve adalet duygusunu derinden zedeleyen bir yargı pratiğine dönüştü.
Pınar Gültekin ve Lale Polat’ın katledildiği davalarda verilen kararlar, bu sorunun en çarpıcı örneklerinden oldu. Mahkemeler, faillerin işledikleri ağır suçlar yerine “pişmanlık” ifadelerine, geçmişlerine ve duruşmalardaki kıyafet tercihlerine odaklandı. Oysa katliamların boyutu ve şiddetin ağırlığı çoğu kez göz ardı edildi.
Hukukçular, bu tür indirimlerin adaleti tesis etmek bir yana, erkek şiddetini meşrulaştıran ve cezasızlığı teşvik eden bir sistem yarattığı konusunda uyarıyor.
Dosyamızın bu bölümünde, faillerin cezasız kalmasına yol açan yargı kararlarını ve bu kararların toplumsal sonuçlarını mercek altına alıyoruz.
Mahkemede kadın değil, hayatı yargılandı: Pınar Gültekin
İlk olarak Pınar Gültekin davasına değiniyoruz. Pınar Gültekin, fail Cemal Avcı tarafından “canavarca hislerle” katledildi. Mahkeme, ilk etapta ağırlaştırılmış müebbet cezası verdi; ardından “haksız tahrik” indirimi uygulayarak cezayı 23 yıla düşürdü. Gerekçe olarak, failin kıskançlıkla hareket ettiği, duygusal olarak etkilendiği ve Pınar Gültekin’in özel hayatının “tahrik unsuru” sayıldığı belirtildi. Mahkeme, failin hislerine odaklanırken, Pınar Gültekin’in yaşama hakkı geri plana itildi.
Failin ‘siniri’ yeterli görüldü: Lale Polat
Ankara'nın Sincan ilçesinde Mensur Polat, boşanma aşamasında olduğu Lale Polat’ı işkence ederek katletti. “Eziyet çektirerek eşi kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle tutuklu yargılandığı davanın ilk duruşmasında, fail “Ben de bir anlık sinirle bu olayı gerçekleştirdim.” diyerek kendini savundu. Mahkeme heyeti, “haksız tahrik” indirimi uygulayarak faili 24 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Avukat Selin Nakıpoğlu, “iyi hal indirimi” olarak bilinen uygulamanın, Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesine dayandığını ve tamamen hâkimin takdirine bırakılmış bir ceza indirimi mekanizması olduğunu belirtiyor. Selin Nakıpoğlu, bu maddeye göre, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, yargılama sürecindeki tutumu ve cezanın geleceği üzerindeki etkileri dikkate alınarak cezada indirim yapılabildiğini ifade ederek, bu indirimin zorunlu olmadığını; hâkimin isterse uygulayabildiğini ve uyguladığı takdirde gerekçesini belirtmekle yükümlü olduğunu söylüyor.
Selin Nakıpoğlu, “Uygulamada sanığın takım elbise giymesi, mahkemeye saygılı bir şekilde katılması, başını öne eğmesi gibi yüzeysel tutumlar bile bazen ‘iyi hal’ kapsamında değerlendirilerek indirim sebebi sayılabiliyor ne yazık ki. Oysa bu tür sembolik davranışlar, samimi bir pişmanlık göstergesi olarak esasen yeterli değildir. Ne var ki bu değerlendirme sübjektif olduğu için, farklı mahkemelerde aynı davranışlar farklı şekillerde yorumlanabiliyor. Değerlendirmeler, erkek yargının pratikte kadınların, çocukların, LGBTİ+’ların erkeklerce katledilmesine nasıl baktığının da göstergesidir. Bu da ceza adaletinde standardizasyonun ve eşitlik ilkesinin zedelenmesine yol açabiliyor.” diyerek, “iyi hal” indiriminin yasada yeri olan fakat uygulaması hâkimin kişisel değerlendirmelerine fazlasıyla açık, tartışmalı bir ceza indirimi aracı olduğunu vurguluyor.
‘Haksız tahrik’ kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor
Selin Nakıpoğlu, “haksız tahrik” indiriminin Türk Ceza Yasası’nın 29. maddesinde düzenlendiğini ve kişiye yöneltilen haksız bir fiilin etkisiyle öfkeye kapılarak suç işleyen failin cezasında indirim yapılmasını öngördüğünü hatırlatıyor. Ancak bu düzenlemenin, özellikle kadın katliamlarında açık bir şekilde uygulandığını ifade eden Selin Nakıpoğlu, kadının boşanmak istemesi, hayatına dair kararlar alması ya da kıyafeti gibi örneğin beyaz tayt giymesi gibi tamamen yasal ve kişisel haklarına dayalı davranışlarının bazı mahkemelerce “tahrik edici” olarak yorumlandığını ve faile ceza indirimi sağlandığına dikkat çekiyor. Selin Nakıpoğlu, bu tür kararlara dair ise şu yorumda bulunuyor: “Kadının yaşam hakkını ikinci plana atan, failin ise şiddetini meşrulaştıran bir yargı pratiğine dönüşmektedir. Hâkimlerin ‘haksız fiil’i nasıl tanımladığı büyük ölçüde öznel olduğu için, kadına yönelik erkek şiddetinde haksız tahrik indirimi sıkça başvurulan bir gerekçe hâline gelmiştir. Bu durum, ceza adalet sisteminde cinsiyet temelli önyargıların ve ataerkil bakış açısının varlığına işaret etmekte; kadınların yaşam hakkının tam olarak korunamadığını göstermektedir.”
‘Toplumda adalet duygusu zedeleniyor’
Selin Nakıpoğlu, erkek şiddetine dair verilen indirimli mahkeme kararlarının kamuoyunda ciddi bir tepkiyle karşılandığını ve adalet duygusunu derinden sarstığını belirtiyor. Toplumun büyük bir kesiminin bu kararların ceza adaletini zedelediğini düşündüğünü kaydeden Selin Nakıpoğlu, “Çünkü failin davranışları çoğu zaman hafifletici sebeplerle açıklanmakta, buna karşın mağdurun yaşam hakkı göz ardı edilmektedir.” diye belirtiyor.
Özellikle “iyi hal” ya da “haksız tahrik” indirimi gibi uygulamaların, failin cezasız kalabileceği veya ciddi bir yaptırımla karşılaşmayacağına dair bir inanç yarattığını söyleyen Selin Nakıpoğlu, “Bu da benzer suçları işleyecek kişiler için caydırıcılıktan çok cesaret verici bir işlev görebilir. Öte yandan erkek şiddetine maruz kalanların yakınlarında ve toplumun genelinde yargıya olan güven aşınmakta, adalet sisteminin tarafsızlığı sorgulanmaktadır. Kadının giyimi, yaşam tarzı veya evliliği sonlandırmak istemesi gibi nedenlerin ‘suçun gerekçesi’ gibi sunulması, yargının cinsiyetçi bir perspektifle işlediği algısını güçlendiriyor.” sözlerini kullanıyor. Selin Nakıpoğlu, bu durumun kamuoyunda “erkek adalet” olarak adlandırılan, kadının yaşamını ve haklarını ikincil planda gören bir sistem eleştirisine dönüştüğünün altını çiziyor.
‘Utanılması gereken bir durum’
Bu uygulamaların yalnızca bireysel dava sonuçlarını değil, genel olarak hukuk sistemine duyulan güveni ve toplumsal adalet duygusunu da zedelediğine dikkat çeken Selin Nakıpoğlu şöyle diyor: “Gerçek bir adaletin sağlanabilmesi için; yargının cinsiyet eşitliğini esas alan, erkek şiddetine maruz kalanları merkeze alan, ezcümle kadın-erkek eşitliğinin bir devlet politikası olarak kabul edildiği bir yaklaşımı benimsemesi hayati önemdedir. 2025 senesinde bunları konuşuyor olmak da erkeklerin katliamlarının sürmesinden sorumlu olanların utanmaları gereken bir durumdur.”