
Mahdieh Golroo: İran’da kadın olmak apartheid rejiminde yaşamak demek
- 09:02 5 Ekim 2025
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA – Bir yanda idam cezaları ve sağlık hizmeti engellenerek ölüme sürüklenen tutsaklar, diğer yanda “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganıyla süren günlük direnişler… Aktivist Mahdieh Golroo, “İran’da kadın olmak apartheid rejiminde yaşamak demek” diyerek durumu özetliyor.
İran’da Qarchak Cezaevi’nde yaşamını yitiren siyasi tutsak Somayeh Rashidi’nin ölümü, cezaevlerindeki sistematik işkence ve ihlalleri bir kez daha görünür kıldı. Rashidi’nin ölümü, 2025 yılında hızla artan idam cezaları ve hapishane baskılarının bir halkası olarak değerlendiriliyor. Uluslararası gözlemciler ve insan hakları örgütleri, sadece bu yıl içinde binin üzerinde infaz gerçekleştirildiğini bildirmişti.
İran’da kadınlar bugün hem cezaevlerinin duvarları arasında hem de sokaklarda hayatta kalma mücadelesi veriyor. Rashidi’nin sağlık ihmali sonucu yaşamını yitirmesi, Qarchak Cezaevi’nde 90 kadının başlattığı açlık greviyle protesto edildi. Aynı dönemde üç genç kadın idam mahkemelerinde yargılanıyor; onlarcası hakkında idam cezası verilmiş durumda.
2009-2012 yılları arasında kadın hakları eylemleri nedeniyle tutuklanan ve Evin Cezaevi’nde kalan kadın hakları aktivisti Mahdieh Golroo, JINNEWS’e konuştu. Mahdieh Golroo, cezaevlerinde ölümlerin yalnızca idamlarla sınırlı olmadığını, ilaç, hijyen ve sağlık hizmetine erişim eksikliğinin de sistematik bir yıldırma politikasına dönüştüğünü belirtti. Mahdieh Golroo’ya göre, dışarıdaki dayanışma ve cezaevlerindeki direnişler “Jin, Jiyan, Azadî” söylemini diri tutuyor; halkın günlük direniş biçimlerine ilham veriyor.
“Cezaevlerinde öldürülen birçok siyasi tutsağa dikkat çekiyoruz çünkü bu ölümler sadece idamlar nedeniyle yaşanmıyor, bazen ihtiyaç duydukları tedavinin sağlanmaması nedeniyle de oluyor. Güncel olarak, üç genç kadın faaliyetleri nedeniyle idam mahkemesinde yargılanıyor ve birçok başka kişi de idam cezasına çarptırılmış durumda.”
*Takip ediyoruz ki İran’da kadınlar hakları için eylemliliklerini sürdürüyor fakat karşımıza idam cezaları çıkıyor ve hükümet bundan geri adım atmıyor. Öncelikle güncel olarak orada neler oluyor biraz değinir misiniz?
Öncelikle, üç gün önce Qarchak Hapishanesi'ndeki 90 kadının Somayeh Rashidi'nin ölümünden dolayı başlattığı açlık grevinden bahsetmek istiyorum. Somayeh Rashidi, Qarchak Hapishanesi'ndeki genç kadın tutsaklardan biriydi ve bazı sağlık sorunları vardı, ancak cezaevi bu sağlık sorunlarını umursamadı ve maalesef hayatını kaybetti. Bunun üzerine cezaevindeki kadınlar, uluslararası kuruluşların ve diğer insan hakları savunucularının dikkatini çekmek için açlık grevine başladı. Yani mesele sadece idam cezalarından ibaret değil, bazen siyasi tutuklular idam edilerek öldürülüyor, ama diğer yandan sağlık hizmetlerine yeterince önem verilmediği için birçok siyasi tutuklu cezaevlerinde ölüyor, çünkü sağlık hizmeti yok, ilaç yok, hijyen yok... Her zaman cezaevlerinde öldürülen birçok siyasi tutsağa dikkat çekiyoruz, çünkü bu ölümler sadece idamlar nedeniyle yaşanmıyor, bazen ihtiyaç duydukları tedavinin sağlanmaması nedeniyle de oluyor.
Güncel olarak, üç genç kadın faaliyetleri nedeniyle idam mahkemesinde yargılanıyor ve birçok kişi de idam cezasına çarptırılmış durumda. Ancak şu iki husus çok önemli. Bunlardan biri, İsrail'in İran'a saldırmasının ardından, birçok siyasi tutuklu ABD veya İsrail gibi düşman ülkelere casusluk yaptıkları gerekçesiyle cezaevlerinde ve idam cezalarının sayısı bu nedenle artmış durumda, ayrıca İsrail'in saldırısının ardından pek çoğu idam edildi. Diğer yandan, geçen yıl İran, Çin ve diğer ülkeleri bile geride bırakarak dünyada en fazla idamın gerçekleştirildiği ülke oldu, çünkü idamlar sadece siyasi fikirler veya siyasi faaliyetler, casusluk veya benzeri suçlardan dolayı yaşanmıyor. Ayrıca, evlilik dışı bir ilişki yaşayan, LGBTQ+ olan, Tanrı'ya inanmadığını yazan veya itiraf eden, üçten fazla alkol içen ve daha birçok şey suç sayılıyor ve bu suçların cezası ise idam.
“Bu cezalandırma yöntemi elbette cezaevleriyle sınırlı değil çünkü bunu asla yeterli görmüyorlar. Bu yüzden tutsakları yıldırmak için daha fazla baskı uyguluyorlar. Telefon, görüş, ilaç gibi durumlar engellenirken dışarıdan da ailelere daha çok baskı uyguluyorlar.”
*Hükümetin baskı ve şiddet mekanizmalarını da protestolarla eş zamanlı bir şekilde arttırdığını görüyoruz arttırıyor. Tutuklama dalgaları, idam cezaları, baskılar… Yanı sıra hükümet hangi şiddet araçlarıyla toplumu bastırmaya çalışıyor?
Çok daha ağır cezalarla bu eylemlere karşılık veriyorlar. Bahsettiğim eylemleri yapanları öldürüyorlar. Cezaevlerine koyuyorlar ama şartlar da cezaevinden cezaevine değişebiliyor. 19. yüzyıldan kalma hapishane sistemleri var. İlaç yok, temiz su yok, ilaçlara veya temiz suya erişim imkânsız ve tutsakların aileleriyle iletişim kurmalarına izin verilmiyor. Uzun günler, aylar boyunca ziyaret edemiyorsunuz, tutsaklar aileleriyle görüştürülmüyor. Örneğin, ben, 8 ay boyunca eşimi ziyaret edemedim, ailemi de keza aynı şekilde çünkü bu, cezaevindeki tutsaklar için bir tür psikolojik ceza daha. Bu cezalandırma yöntemi elbette cezaevleriyle sınırlı değil çünkü bunu asla yeterli görmüyorlar. Bu yüzden tutsakları yıldırmak için daha fazla baskı uyguluyorlar. Telefon, görüş, ilaç gibi durumlar engellenirken dışarıdan da ailelere daha çok baskı uyguluyorlar. Eğer ki siyasi tutsağın ailesi hükümetten yana tavır almadığında tutsak üzerinde daha ağır baskı oluşturuyorlar.
Bu nedenle, bir kişinin fikirleri ve görüşleri nedeniyle tutuklanıp cezaevinde tutulması çok ağır geçiyor. Aileler araya sokulmaya çalışılarak "suçu" itiraf etmesi için tutsak üzerinde daha büyük baskı oluşturulmaya çalışılıyor, ya da konuştuklarında "lütfen özür dile, pişman olduğunu söyle" deniliyor. Zorunlu itiraf, suçu üstlenme veya pişmanlık dayatması gibi durumlarla baskı daha da arttırılıyor. Örneğin, öğrenciler veya bir tutsak, çocuklarını terk etmek zorunda kalıyor ve bu da tutsak üzerinde daha fazla psikolojik baskı yaratır. Cezaevindeyken bir sorununuz olduğunda veya cezaevi dışındaki ailenizin bir sorunu olduğunda size daha fazla baskı uygulayıp fikrinizi değiştirmeye çalıştıklarında, bu gerçekten çok zorlayıcı oluyor.
“Birisi sokakta veya trende dans etmeye veya şarkı söylemeye başlarsa bu direniştir. Jina hareketi, günlük bir direnç olduğu için şu ana kadar hayatta kaldı. Bu her gün gerçekleşen bir eylem.”
*Baskı arttıkça kadınların eylem çeşitliliğinin de arttığını görüyoruz. Günlük sivil itaatsizlik, sessiz protestolar, tematik boykotlar… Tüm bunlar nasıl çeşitleniyor?
Kesinlikle bu yaratıcılık hakkında daha fazla konuşmak gerek, çünkü baskıcı hükümet altında insanlar çeşitlilik yaratmaya ve hükümete karşı olduğumuzu, muhalefet olduğumuzu göstermek için çeşitli yollar deniyorlar. Bu da çok sayıda sanat eserinin ortaya çıkmasına, çok sayıda direnişin ve hükümetin politikalarına karşı durduklarını göstermek için çok sayıda yeni yolun ortaya çıkmasını sağlıyor. Örneğin, özellikle 'kadın yaşam özgürlük' hareketinden sonra, bir kadın evden başörtüsü takmadan çıktığında, hükümete karşı durduğunu gösteriyor. Birisi sokakta veya trende dans etmeye veya şarkı söylemeye başlarsa, ya da trende, metroda veya halka açık bir yerde kadınların şarkı söyleyip dans etmeye başladığını gösteren bir video görürseniz bu direniştir. Bu, Şeriat kurallarına ve İslam rejiminin kurallarına tamamen aykırıdır ve bunların hepsi bir tür protestoya dönüşüyor.
Öte yandan, hapishanedeki birçok tutsak, ordunun kendilerine ve ailelerine daha fazla baskı uygulayabileceğini bilmelerine rağmen, bir tür kampanya yapıyor. Örneğin, her salı günü tutsaklar bu konuyu konuşuyor, bu konuda yazılar yazıyor ve bir gün açlık grevi yapıyorlar. Bu kampanya cezaevi içinde değil, cezaevi dışında ve hatta İran dışında yaşayan diğer insanlar için de çok ilham verici. Bu kampanya ve birçok farklı şey yeni, çünkü 'kadın yaşam özgürlük', Jina hareketi modern hareketlerden biriydi ve bu yüzden farklı türden faaliyetler bu hareketin bir parçası olabilir ve bu hareket hala canlılığını koruyor.
Diğer birçok hareket kısa süreliydi, örneğin altı ay, beş ay süren eylemler olmuştu. Kanlı Kasım, bunlardan biriydi. Ancak Jina hareketi, günlük bir direnç olduğu için şu ana kadar hayatta kaldı. Bu her gün gerçekleşen bir eylem. İnsanların yaşam tarzlarını değiştirmeye çalıştıkları ve hükümete özgürlük içinde başka bir şekilde yaşamak istediklerini gösterdikleri günlük bir faaliyet. Bu yüzden şu anda farklı türde eylemler ve protestolar var. Hemşireler, işçiler, üniversite öğrencileri ve diğer birçok sivil hareket şu anda İran'da aktif, ancak çok fazla baskı var. İnsanlar tutuklanacaklarını biliyorlar ve belki de birçok sorunla karşı karşıya kalacaklar, ancak faaliyetlerine devam ediyorlar ve bu İran halkı için gerçekten şaşırtıcı bir durum.
“İnsanlar, idam cezası olmasaydı her şeyin kaosa ve anarşiye dönüşeceğini düşünüyor. Bu çok önemli bir konu ve bu yüzden insan hakları savunucuları, insanlara bu cezanın kaldırılarak ülke ve toplumu düzenleyebileceğimizi ve insanları öldürmeden birçok sorunu çözebileceğimizi anlatmaya çalışıyoruz.”
*Hükümetin özellikle kadınlara yönelik idam cezası uyguladığını ve sizin de dediğiniz gibi sayının gittikçe arttığına tanık oluyoruz. “Kayıp ve Tutuklu Yakınları” hareketi gibi hareketler idam cezasına karşı kampanyalarda nasıl bir etki yaratıyor?
Bu, özellikle İslam dinine inanan bazı ülkeler için çok önemli bir soru. Bu yeni bir sorun ya da yeni bir kampanya değil. İslam devriminden birkaç hafta sonra hükümet insanları idam etmeye başladığında, bazı siyasi partiler, aktivistler ve düşünürler idam ve ölüm cezasına karşı çıkmaya başladılar. Ancak hükümet Kuran'da geçen bazı ayetlere atıfta bulundu, İslam'da “kısas” olarak adlandırılan bir uygulamayı dillendirdi ve bunu kaynak gösterdi. Bu, İslam kültürünün bir parçasıdır dediler, Kuran'a aykırı davranan veya Kuran'a karşı çıkan herkes ölümle cezalandırılır ve inançları nedeniyle öldürülür veya idam cezasına çarptırılır. İslam devriminden sonraki ilk haftalarda, bazı insanlar bu cezaya karşı çıkmaya başladı, ancak rejimin tepkisi çok sert oldu ve idam cezasına karşı çıkan herkesi tutukladı.
Ancak bu durum devam ediyor ve son 40 yıldır birçok insan idam cezasından ve idam cezasını kaldıran diğer ülkelerin kültürlerini nasıl geliştirebileceklerinden bahsediyorlar, insan hayatının değerinin ne olduğunu konuşuyorlar. Çünkü bazı ülkelerde idam hala cezalandırmanın bir parçası. İnsanlar, idam cezası olmasaydı her şeyin kaosa ve anarşiye dönüşeceğini düşünüyor. Bu nedenle, Avrupa ülkelerine veya Türkiye gibi diğer ülkelere, özellikle de aynı köklerden geldiğimiz, aynı kültüre ve benzer şeylere sahip olduğumuz ülkelere bunu anlatabilmemiz çok önemli. Bu çok önemli bir konu ve bu yüzden benim gibi insan hakları savunucuları ve aktivistler, insanlara bu cezanın kaldırılarak ülke ve toplumu düzenleyebileceğimizi ve bu şekilde insanları öldürmeden birçok sorunu çözebileceğimizi anlatmaya çalışıyoruz. Önemli çünkü bu şeriat kültürünün bir parçası ve insan hakları değerlerini benimseyen diğer ülkeler hakkında daha fazla bilgi vermeliyiz. Aslında, bu ülkeler yasalarından ve kurallarından idam cezasını kaldırmışlar.
Son yıllarda bu konuda değişiklik yaratmakta biz de başarılı olduk. Buna inanıyorum çünkü 14 yıl önce, şehrin bazı bölgelerindeki meydanlarda halka açık idam sehpaları kuruluyordu ve birçok insan oraya gidip video çekiyor ya da bazı şeyler söylüyordu, ancak bu giderek azaldı. Bu uygulamanın sonuncusu 6-7 yıl önceydi çünkü insanlar bunu görmek istemiyor, çünkü birçok aktivist bunun ne kadar insanlık dışı ne kadar vahşi bir davranış olduğunu anlattı ve giderek azaldı.
Bu yüzden eskisinden daha iyi ama bu, sadece İran'da değil, her yerde ve her ülkede insan kültüründe çok derin kökleri olan bir şey, çünkü tarih boyunca idam, cezalandırmanın bir parçasıydı, bu yüzden bunu değiştirmek gerçekten zor, ama bence eskisinden daha iyi durumdayız. Ülkedeki tüm insanlar bazı şeylerin değişmesi konusunda hemfikir. Örneğin, Türkiye'de, hatta burada, İsveç'te yaşadığım için eminim ki, bazı insanlar idam cezasının olmasına inanıyor olabilir ama önemli olan, insan hakları bu konuda ne diyor. Bu yüzden, insan hakları değerleri çerçevesinde kurallar ve yasalarımız olmalı. Bu yüzden umarım bir gün İslam rejimi çöker, İran'daki kuralların bir parçası olan idam cezası ve infazın cezalandırılmaması konusunda bir yasaya kavuşuruz.
“Bu gerçekten bir apartheid (cinsiyet ayrımcılığı) rejimi, sadece başörtüsü meselesi değil. İslam rejiminin Taliban gibi kuralları olduğunu bilmiyorlar. Özellikle de kadınların eşit olabileceğine inanmayan İslamcı otoriter hükümetler altında kadın olmanın ne kadar zor olduğunu anlayamadıklarını düşünüyorum.”
*Tüm bu baskılara, idam cezalarına yönelik uluslararası kampanyalar yapıldı ve birçok kınama da gelmişti. Bunlar halihazırda dünyada kadın dayanışmasına katkı sağlıyor mu, uluslararası insan hakları mekanizmalarından pratik fayda gördünüz mü?
Bu çok zor bir soru, çünkü bence dünyadaki beyaz feminizmle ilgili birçok kritik nokta var ve bu bir sorun. Ben, bir feminist olarak, beyaz feminizmin gelişmekte olan ülkelerdeki veya güney yarımküredeki sorunlarımızı anlayamayacağına inanıyorum. Çünkü onlar bizden uzaklar, durumları daha iyi. Geçen yüzyılda bir feminist hareket yaşadılar ve birçok şeyi değiştirebildiler. Ama güney yarımkürede, Asya, Latin Amerika veya bunun gibi bazı ülkelerde bu olmadı ve onların anlayamayacağı bazı sorunlarımız var. Örneğin, bugünlerde bazı feministlerin, videoları gördüklerini ve kadınların başörtüsü olmadan, hijab olmadan dışarı çıkabildiklerini ve bunun ne kadar iyi olduğunu söylediklerini görüyorum. "Sizin adınıza çok mutluyuz" diyorlar, ama bunun ne kadar zor olduğunu anlayamıyorlar. Bu çok sıradan bir şey değil ve onlar videoyu izliyor, ama İslam rejiminin Taliban gibi kuralları olduğunu bilmiyorlar. Bu beni rahatsız ediyor. Öte yandan, eşlerimizin olmadan seyahat etme iznimiz yok, çalışmak, okumak, her şey için 'kocalarımızın' izni gerekiyor.
Bu yüzden boşandıktan sonra çocuklarımızın velayetini alamıyoruz, kız kardeşlerin miras hakkı erkek kardeşlerinin yarısı kadar, ya da İran'da kadınları ikinci sınıf vatandaş yapan pek çok kural var. Bu gerçekten bir apartheid (cinsiyet ayrımcılığı) rejimi, siyasi katılım konusunda baktığımızda, İran parlamentosunda kadınların oranı sadece yüzde üç. Sadece yüzde üç. Bu, Yemen ve Somali'den sonra en düşük rakam ve sadece üç veya dört ülke İran'dan daha düşük. Ya da ekonomik katılım konusunda, ya da bunun gibi şeyler. Bu yüzden bazen, baskı ve otoriter hükümetler altında, özellikle de kadınların eşit olabileceğine inanmayan İslamcı otoriter hükümetler altında kadın olmanın ne kadar zor olduğunu anlayamadıklarını düşünüyorum. Eşit olmanın imkansız olduğunu bir gerçeklik, ön kabul olarak görüyorlar. Evet, bazen bazı eleştiriler oluyor, ama özellikle Arap Baharı, “kadın yaşam özgürlük” hareketi, yeşil hareket ve bu bölgede daha önce hiç görülmemiş bazı olaylardan sonra bizi anlayabilmeye başlayacaklarına da inanıyorum.
“Hak talebinin sonucu, seni öldürmek olabilir, tıpkı Mahsa Jina Amini gibi. Hükümetin çaresizce tüm ülkeye bu tehdidi yaymaya çalıştığını görüyorum.”
*Sizce “Kadın tutsakların yaşam hakkı politik bir mücadele alanıdır” denilebilir mi? Hükümet bunu topluma bir mesaj olarak mı kullanıyor?
Elbette, yüzde yüz katılıyorum. Sadece cezaevindeki kadınlar, siyasi tutsaklar değil, tüm tutuklular için bu bir gerçek. Biliyorsunuz, geçen ay İslam rejimi birçok tutsağı idam etti, siyasi tutukluları değil, sıradan tutukluları, çünkü herhangi bir idam cezası tüm topluma tehdit oluşturabilir. Hükümet, topluma şunu hissettiriyor "görüyorsunuz, hükümet istediği herkesi öldürebilir, istedikleri zaman bizi öldürebilirler." Bu yüzden idam ve ölüm cezasının sadece siyasi tutsaklar için değil, tüm tutsaklar için siyasi bir ceza olduğuna inanıyorum, çünkü bu şekilde hükümet bize “biz patronuz, kararları biz veririz ve hepiniz bizim baskımız altındasınız” mesajını verebilir.
Kadınlara gelince, bu çok önemli çünkü hükümet kadınları katlettiğinde, hiçbir kırmızı çizgisinin olmadığını gösteriyor. Bu yüzden, "bir anne veya toplumda sempati uyandırsa bile, onları öldürebiliriz. Onlar için de idam cezası uygulayabiliriz" diyorlar. İstedikleri her şeyi yapmak ve özgür olmak istiyorlarsa, bunun sonucunun idam cezası olabileceğini kadınlara göstermeye çalışan bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Hak talebinin sonucu, seni öldürmek olabilir, tıpkı Mahsa Jina Amini gibi. Hükümetin çaresizce tüm ülkeye bu tehdidi yaymaya çalıştığını görüyorum.