Seracılıkta emeğin bedeli: Çıkmaza sürüklenmek
- 09:05 20 Aralık 2025
- Emek/Ekonomi
İZMİR - Tarımda çalışan kadınlar; sigortasızlık, uzun çalışma saatleri, düşük gelir ve aracılar eliyle gasp edilen emekle hayatta kalmaya çalışıyor. Menderes’te seralarda çalışan kadınlar, “emeğimiz görülmüyor” diyerek hem ekonomik hem de toplumsal bir çıkmazın içinde bırakıldıklarını anlatıyor.
Türkiye’de ve Kürdistan'da tarım işçilerinin önemli bir bölümünü kadınlar oluştururken, bu emek büyük ölçüde kayıt dışı, sosyal güvenceden yoksun ve görünmez kılınıyor. Resmi verilere göre tarımda çalışan kadınların çok büyük bir kısmı sigortasız çalıştırılırken, uzun çalışma saatleri ve ağır koşullar kadınların hem beden sağlığını hem de yaşam hakkını tehdit ediyor. Üretimin yükünü sırtlayan kadınlar, ürün fiyatlarının düşüklüğü, tüccar baskısı ve devletin tarım politikaları nedeniyle yoksulluğa mahkum ediliyor.
İzmir’in Menderes ilçesinde seralarda çalışan kadınlar, yaşadıkları hak ihlallerini anlattı.
‘Emeğimizin karşılığını alamıyoruz’
2000 yılından itibaren seralarda çalışmaya başladıklarını ifade eden Zelal Özbay, sera işçiliğine ilk olarak babasının başladığını söyledi. Babasının artık yaşlandığı için sera işçiliğini yapamadığını belirten Zelal Özbay, "Artık emeğimizin karşılığını alamadığımız ve çalışacak işçi bulamadığımız için işi sürdürmek zorunda kaldık. Ben evlendikten sonra yeniden bu işe başladım. Ancak bu gidişle bu meslek yok olacak gibi görünüyor. Çünkü emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Çocuklarımız da bu şartlarda bizimle birlikte perişan oluyor. Kadınların çalışması gerektiği söyleniyor. Biz de kendi işimizi yapmak istiyoruz ama bu da ancak belli bir noktaya kadar mümkün. Sosyal güvencemiz yok. Belli bir yerde düzenli çalışmak zaten çok zor. Kadınlar için bu koşullar çok daha ağır. Erkekler bir şekilde işi yürütebilir deniliyor ama kadınlar olmazsa bu iş de yürümüyor. Buna rağmen emeğimizin karşılığını yine alamıyoruz. Kısacası ortada bir çözüm yok. Nereye gitsek kapılar kapalı" dedi.
‘Çocuklarımıza hasret kalıyoruz’
Ürünlerini satmak için tüccarlara başvurduklarında ise talep olmadığı ve malların elde kaldığı yönünde yanıt aldıklarını belirten Zelal Özbay, bu durumun üretim motivasyonlarını ciddi şekilde azalttığını ifade etti. Bu şartlarda üretmek istediklerini vurgulayan Zelal Özbay, "Salatalık para etmedi, marul para etmedi; ürünler elimizde kaldı. İşçilik zaten bize ait. Açıkça söylemek gerekirse artık bu durum köleliğe dönmüş durumda. Çocuklarımız perişan oluyor. Artık kendimizi bile geçtik, onlara bir gelecek vaat edemiyoruz. Yine de bir çözüm bulunmasını umut ediyoruz. Çalışma koşullarımıza gelince; sabah gün ağarır ağarmaz seraya gidiyoruz. Naylonun altında, sıcağın içinde çalışıyoruz. Çocuklarımızı doğru düzgün göremiyoruz, onlara hasret kalıyoruz. Bu durumu ancak yaşayanlar anlayabilir. Çocuklarımızın nasıl, hangi koşullarda büyüdüğünü, okula nasıl gittiğini görmek gerekir. Anlatınca belki inanılmayacak ama gerçekten çok zor şartlarda büyüyorlar" şeklinde konuştu.
‘İnsanca yaşamak istiyoruz’
Çalışma süresinin tamamen yapılan işe bağlı olduğunu kaydeden Zelal Özbay, "Erken bitirirsek erken çıkıyoruz, geç bitirirsek geç çıkıyoruz. Yazın çok daha zor; aşırı sıcak altında çalışıyoruz. Kışın evdeyiz ama bu sefer de iş olmadığı için geçim sıkıntısı yaşıyoruz. Yazın sabahın çok erken saatlerinde çıkıyoruz, gün boyu çalışıyoruz. Biz sadece insanca yaşamak istiyoruz. En azından emeğimizin karşılığını almak istiyoruz. İnsan çalışıp da emeğinin karşılığını alamıyorsa, bir maddi karşılığa ulaşamıyorsa bu çok ağır bir durum. Ne yazık ki buna dair bir çözüm de yok. Kimse artık bu işleri yapmak istemiyor. Bu gidişle tarımın biteceğini düşünüyorum. Üretim yok, işçi yok" ifadelerine yer verdi.
‘Tek isteğimiz emeğimizin görülmesi’
2001 yılından bu yana tarım işçiliği yaptığını aktaran Halise Çelik ise seralarda çalışırken hiçbir sosyal güvencelerinin olmadığını belirtti. Başkaları için üretim yaptıklarını ancak üreticinin kazanamadığını; sürekli zarar ettiğini söylediğini aktaran Halise Çelik, "Düzenli bir gelirimiz yok, bir bütçemiz yok. Kazandığımız ne varsa doğrudan ziraat masraflarına gidiyor. Elektrik, su gibi giderler ödendikten sonra elimizde hiçbir şey kalmıyor. Tek isteğimiz emeğimizin görülmesi. Emeğimiz karşılık bulmadığı sürece hiçbir şey yapamıyoruz. Kendimizi efendi değil, adeta köle gibi hissediyoruz. Herkes kazanmadığını söylüyor ama soruyoruz: İnsanlar yemeden mi kalıyor? Ürünler bir şekilde satılıyor, herkes kazanıyor; kaybeden yine biz oluyoruz. Örneğin günlük yevmiye ile çalışsak kişi başı 1.000 lira almamız gerekiyor. Eşimle ve kızlarımla birlikte beş kişi çalışıyoruz. Günlük toplamda 5.000 lira yevmiye almamız gerekirken, tüccar gelip tüm mahsulü “kalitesiz” diyerek 1.000 liradan hesaplıyor. Oysa bu ürün çöpe gitmiyor; ayrıştırılsa bile bir şekilde satılıyor. Buna rağmen “kazanamıyoruz” denilerek emeğimize el konuluyor. Çalışma saatlerimizin bir sınırı yok. Öğle sıcağında da seradayız, gerekirse gece bile çalışıyoruz. Buna rağmen emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Tek talebimiz, verdiğimiz emeğin görülmesi" şeklinde kaydetti.
‘Kendi gücümüzle masraflarımızı karşılıyoruz’
Yaklaşık 20 yıldır Menderes’te seracılık yaptığını dile getiren Gülistan Çelik ise eşinin bu işi yaptığını ve kendisinin de onunla birlikte çalışmaya başladığını belirtti. Çalışma koşullarının oldukça ağır olduğunu vurgulayan Gülistan Çelik, "Sabah ezanıyla birlikte seraya giriyoruz. Sera çok sıcak olduğu için öğle sıcağına kalmamaya çalışıyoruz; imkân bulursak saat 11–12 gibi çıkıyoruz. Eve gelip ev işlerini yapıyoruz. Akşam serinliğinde tekrar seraya girip çalışmaya devam ediyoruz. Bu tempo gerçekten çok yorucu. Ne yazık ki emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Ayakta kalabilmek için kendimizden fazlasıyla ödün veriyoruz. İşçi tutsak ayrı bir yük, tutmasak bu kez kendi bedenimizi zorluyoruz. Zaten işçiye verilen para kazanç değil, doğrudan zarar olarak geri dönüyor. Bu nedenle kendi gücümüzle çalışıp ancak masrafları karşılamaya çalışıyoruz. Beni en çok zorlayan ise anne olarak bu işi yapmak oldu. Hamileyken bile çalışmak zorunda kaldım. Çocuklu hâlde serada çalışmak, çocukları bırakıp işe gitmek ya da hamileyken çalışmaya devam etmek gerçekten çok yıpratıcı" dedi.
‘Hastalansak bile tedavi masraflarını karşılayacak gücümüz yok’
Geçimlerini sağlamakta zorlandıklarını kaydeden Gülistan Çelik, mevcut gelirlerinin yaşam masraflarını karşılamaya yetmediğini, ayrıca herhangi bir sağlık güvencelerinin de bulunmadığını ifade etti. Çiftçilik borçları nedeniyle devlet sigortasının da ödenemediğini belirten Gülistan Çelik, "Kazandığımız para zaten yetmiyor; para ettiğinde de doğrudan borçlara gidiyor. Bu yüzden çocuklarımızın eğitimine yeterince destek olamadık, okula devam etmeleri bile zorlaştı. Mecburen onları da birlikte çalıştığımız işe dâhil etmek zorunda kaldık. Devletten en büyük talebimiz bu işe bir çözüm bulunması. Emeğimizin karşılığını almak istiyoruz. En azından sağlık güvencemiz olsun; hastalandığımızda doktora gidebilelim. Şu an hastalansak bile tedavi masraflarını karşılayacak gücümüz yok," sözlerine yer verdi.
‘İnsan onuruna yakışır şartlarda çalışabilmek istiyoruz’
Seracılığın bedensel olarak da çok yıpratıcı olduğunu dile getiren Gülistan Çelik, son olarak şunları söyledi: "Bel fıtığı, diz ve bel rahatsızlıkları çok yaygın. Burada çalışan kime sorsanız ya sakat ya da çalışmakta zorlanıyor. Kadınlar için bu koşullar çok daha ağır. Tek isteğimiz, verdiğimiz emeğin karşılığını alabileceğimiz, insan onuruna yakışır şartlarda çalışabilmek."







