
10 Ekim dosyası avukatı: Davanın zamanaşımına uğrama tehlikesi var
- 09:05 12 Ekim 2025
- Hukuk
ANKARA – Gar Katliamı’nın 10’uncu yılında sorumluların adalet önünde hesap vermesi için hukuk mücadelesini sürdüreceklerini ve devletin davayı zamanaşımına uğratmasına izin vermeyeceklerini belirten avukat İlke Işık, “Adaletin sağlanması bütün ülkenin problemidir. Bu insanlığa karşı suçtur. Davanın zamanaşımına uğrama tehlikesi var. Ülke vicdanı ve kamuoyu diye bir şey varsa zamanaşımı söz konusu olmayacak” dedi.
10 Ekim 2015 günü Emek ve Demokrasi güçlerinin barış talebiyle binler Ankara Garı önünde bir araya geldi. Kortejlerin hazırlandığı esnada DAİŞ’in saldırısı sonucu 109 kişi yaşamını yitirdi, 500’ün üzerinde kişi yaralandı. Katliamın üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen, katliamın gerçek failleri, katliamın önünü açanlar ve sorumluları yargılanmadı. Olayın hemen ardından gaz kullanan polisler, Antep’ten Ankara’ya gelen DAİŞ’lilerin geçişini sağlayanlar adalet önünde hesap vermedi. 10’uncu yılında devlet, adalet mücadelesini zamanaşımına uğratmak istiyor. Katliamın sorumlularının yargılanması için adalet mücadelesi sürüyor.
Davanın avukatlarından İlke Işık, katliamın 10’uncu yılında verilen hukuk mücadelesini aktardı.
‘Temel adalet sorunu; bütün sorumluların yargılanmaması’
Ankara’nın orta yerinde DAİŞ’in gerçekleştirdiği bir katliamla 109 insanın hayatını kaybettiğini hatırlatan İlke Işık, “Şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en kitlesel katliam. On yıldan beri hiç ara vermeksizin devam eden bir hukuk mücadelesi var. Çünkü böylesi bir katliamda tüm sorumluların yargılanması ve adalet konusunda hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir karar talep etmek, o gün orada olan, yaşananları gören, yakınlarını yitiren, dahası hiç orada olmayanlar için, bütün ülke için temel bir adalet sorunuydu” dedi.
‘Savcıların delilleri sakladığı bir katliam yargılaması’
Katliamın üzerinden geçen on yılda aralıksız devam eden adalet mücadelesinden bahseden İlke Işık şu ifadelere yer verdi: “On yılda ne oldu?
On yılda aralıksız adalet mücadelesi sürdü. Karşımızda aslında bir yandan bizimle de mücadele eden bir adalet mekanizması vardı. Sadece yargılamanın sürdüğü Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi değildi; savcılıktan, Anayasa Mahkemesi’ne, Emniyet Müdürlerine, İdare Mahkemelerine, aklınıza gelebilecek bütün bir sistem, tüm sorumluları yargılamamak için bizimle mücadele etti.

Bize bu konuda gelen delilleri, belgeleri inceledikçe ve aslında delillerle sorumluluklar açığa çıktıkça, bu sorumluluklara gitmeyeceklerini, önümüze duvar örerek yargı konusu yapmayacaklarını çok net ifade ettiler.
Onuncu yıla geldiğimiz süreçte ne oldu? 36 sanıkla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dava açtı. Savcılığın yürüttüğü soruşturmanın özeti aslında şu an on yıl sonra yaşadığımız yargı sistemiyle çok ilişkili. Bir gizlilik kararıyla soruşturmayı yürüttüler. İddianame hazırlandığında 72 klasörle bir dava açtılar. Dosya Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitti.
İlk o aşamada gizlenenlerin olduğunu biz yıllar sonra, 2019’da öğrendik. Savcılığın hazırladığı ve soruşturmanın konusu olan ilk dosyalar 72 değilmiş. 9 klasör daha varmış. Ve bu 9 klasörü savcılar odalarında saklamışlar. Savcıların tayinleri çıktığında boşalan odalarından bu klasörler çıktı. Bu klasörlerin adliye ortasına atıldığı, birileri tarafından bulunarak ve içine bakılarak ‘10 Ekim Ankara Katliamı ile ilgiliymiş galiba’ diye düşünülerek Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesiyle haberdar olduk. Bu dosyada aslında delilleri toplaması gereken, tüm sorumluları yargılamak için son derece itinalı bir soruşturma yürütmesi gereken savcıların delilleri sakladığı bir katliam yargılamasıdır.”
‘Hiçbir kamu görevlisi hakkında etkin soruşturma yürütülmedi’
Katliama ilişkin en somut sorumluluğun, 30 Eylül günü gübre almak isteyen ve bu katliamın planlanmasında en önemli rolü olan sanıklardan birinin tespit edildiği halde Antep Emniyeti tarafından yakalanmadığına ilişkin belgeye değinen İlke Işık, katliamın sorumlularına dair yüzlerce delilin ortaya çıktığını söyledi. İlke Işık, “Antep’ten o iki araç nasıl yola çıkabildi? Antep’teki bu muazzam IŞİD örgütlenmesi sadece 10 Ekim Katliamı’nı değil, HDP Adana-Mersin binalarının bombalanmasıyla başlayıp Gaziantep Kına Gecesi Katliamı’yla devam eden 2015-2016 yıllarında bu kadar çok katliamın kusursuz ve hiçbir sorun yaşanmadan gerçekleştirilebildi.
Sınırlar nasıl bu kadar IŞİD’in kontrolüne bırakıldı? Ankara Emniyeti miting için neden hiçbir güvenlik önlemi almadı? Kısa bir süre önce Suruç Katliamı yaşanmışken, IŞİD'in katliam yapmasını bekleyen istihbaratlar olmasına rağmen neden bir önlem alınmadı?
Dosyada yüzlerce istihbarat var. Ankara Emniyeti’ne istihbaratlar yağıyor, diyor ki; ‘IŞİD tehlikesi var, IŞİD miting gibi kalabalık yerlerde eylem yapabilir.’ Buna rağmen hiçbir önlem almadan mitinge dair hiçbir güvenlik tedbiri alınmadı. Ankara Emniyeti’nin ve İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğu çok katmanlıdır. Bu sorumlulukları dikkate almayan, yokmuş gibi davranan bir yargılama süreci gördük.
Hiçbir kamu görevlisi hakkında etkin soruşturma yürütülmedi, yargı süreci ilerletilmedi. Sadece 36 IŞİD’li sanık yargılandı; bunların 19’una ceza verildi. Süreç içinde uzun süren iki yargılama aşaması oldu. Toplamda on sanık hakkında 101 kez insan öldürmek, anayasal düzene teşebbüs etmek ve çok sayıda kişiyi yaralamaktan ceza verildi. Geri kalan dokuz sanık hakkında daha az cezalar tayin edildi. Geldiğimiz on yılda 16 sanık firari, halen yargılama devam ediyor” şeklinde konuştu.
‘Mahkeme IŞİD’e insanlığa karşı suçtan beraat verdi’
Davanın görüldüğü Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklu faillere hızlıca ceza verip dosyayı kapatma eğiliminde olduğunun altını çizen İlke Işık, firari failler olduğu için dosyanın kapatılamadığını belirtti. İlke Işık, “Bunlarla ilgili yargılama halen devam ediyor. IŞİD’in bu katliam ve eğiliminin insanlığa karşı bir suç olduğunu söyledik. İnsanlığa karşı suçun daha somut biçimde görülebileceği çok az olay vardır. IŞİD kendinden olmayanları ‘kafir’ diye tanımlayıp bu ülkenin emek, demokrasi, barış isteyenlerine saldırdı. Türkiye’deki, Avrupa’daki diğer eylemleri gibi, Ortadoğu’da kadınları köle ederken, Êzidîleri, Kürtleri soykırımla yok ederek yaptığı gibi bu da eylemlerinin bir parçasıydı.
Ama kabul etmediler. 2019’da insanlığa karşı suçtan iddianame düzenlendi. Ülkenin ilk ve tek ‘insanlığa karşı suç’ yargılaması görüldü. 2024’te Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi ‘insanlığa karşı suç yoktur’ dedi ve IŞİD’e insanlığa karşı suçtan beraat verdi. IŞİD’i beraat ettirerek aklamış bir Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi var karşımızda.
On yıl önce Davutoğlu’nun IŞİD’lileri ‘öfkeliler’ toplamı diye tarif etmesini hatırlıyoruz. Aradan on yıl geçti, hâlâ IŞİD’in insanlığa karşı suç işleyen bir örgüt olduğunu söyleyemeyen bir yargı var karşımızda. Devlet ve devletin kurumları da IŞİD’le ilgili benzer şeyleri söylemeye devam ediyor.
Ama firari sanıklar üzerinden yargılama devam ediyor. Bir sonraki duruşma 23 Aralık’ta. Hâlen bitmiş bir yargılama süreci değil; istinaf, temyiz gibi yasal süreçler de sürüyor” diye konuştu.
Katliama doğru giden süreç
Adalet mücadelesinin bir yandan unutturmama mücadelesi olduğunu vurgulayan İlke Işık şöyle devam etti: “Hem orada olanları unutmuyoruz hem de orada yitirdiklerimizi unutturmuyoruz. Bir yandan da o dönem ne yapılmak istendi, siyaseten neden insanların katledilmek istendiğini de unutmamaya ve unutturmamaya çalışıyoruz. 2015’i hatırladığımızda IŞİD’in Ortadoğu’da hilafeti ilan edip köyleri boşalttığı bir dönemde kadınlar köle olarak pazarlarda satılıyor ve dehşet içinde izliyorduk. Aynı zamanda IŞİD’in Türkiye’de de bir örgütlenmesinin olduğunu biliyor ve duyuyorduk. Yavaş yavaş katliamlarını gerçekleştiriyordu. Adıyaman, Kilis ve Antep bir IŞİD üssüne dönüşmüştü.
Türkiye’de katliamlar olmadan da basına yansıyanlardan, mesela Adıyaman’da ‘İslam Çay Ocağı’ diye çocukların IŞİD’li yapıldığı için şikâyetleri olan ailelerin o dönemin Başbakanı olan Davutoğlu’yla görüşmesini biliyoruz. IŞİD Türkiye’de çok rahat örgütleniyordu çünkü kimse engel olmuyordu, büyük bir olanak sağlanıyordu. O dönemin Gaziantep Valisi, şimdinin İçişleri Bakanı’dır. Bütün katliamların hücrelerinin Gaziantep hücresi tarafından örgütlendiğini söyleyebiliriz.
Bir yandan da Haziran seçimleri vardı ve AKP iktidarı kaybetmişti. On yıl sonraki dönemi de nasıl bir iktidar ve nasıl bir hayat yaratmak istediklerini görüyoruz. Seçimi tanımadılar, kaybetmişlerdi. Kasım’da yeniden bir seçim kararı aldılar. O dönemde aslında barış ve çözümün konuşulduğu bir dönemdi. Adına çözüm ve barış denilen masalar kurulmuştu. Akil insanlar köyleri, kentleri geziyordu. Kürt sorunu ve barış tartışılıyordu. Savaş durmuştu ve bir barış çözüm umudu vardı. Ama iktidar seçimi kaybedince bu masaları devirdi. Ülke birden yeniden çatışma ve savaşın içine düştü.”
‘İki seçim arasında ülkenin kaderini değiştiren gün’
“10 Ekim günü Emek ve Demokrasi Güçleri, işçiler, meslek örgütleri, memurlar, öğrenciler ve kadınlar barış için oraya gelmişti” diyen İlke Işık, o dönem barış çağrısının çok kıymetli olduğunu dile getirdi. İlke Işık, “Bu mitingle birlikte aslında ülkenin içine düşebileceği tehlikeyi de işçiler, emekçiler ne kadar net ifade etmişlerdi. Nitekim on yıl sonra savaşın yıkıcılığının ve iktidarın aslında her şeye rağmen nasıl iktidarda durmak için neler yapabileceğinin de yaşayarak tanığı olduk. Ve Kasım seçimleri hemen öncesinde katliam gerçekleşti.
10 Ekim’e neden iki seçim arasında dengeleri değiştiren gün diyoruz? İktidar temsilcilerinin sözlerine baktığımızda ve hiç unutmadığımız sözleri hatırladığımızda çok net tabloyu görebiliyoruz. Erdoğan, ‘400 vekil verin bu iş bitsin’ demişti. O dönem iktidarın önemli bir temsilcisi olan Burhan Kuzu ise Haziran seçiminden hemen sonra ‘Kaos mu istiyorsunuz, buyurun kaosu göreceksiniz’ demişti. Ve katliamdan sonra dönemin Başbakanı Davutoğlu, ‘Şimdilerde konuşursam yer yerinden oynar’ diye açıklamalar yaptı.
Anket yaptıklarını açıkladı. Katliam sonrası oylarının artıp artmadığını kontrol ettiklerini ve herhalde durumun kendilerince iyi gittiğine ilişkin mutluluklarını paylaştığını gördük. 10 Ekim 2015 günü iki seçim arasında ülkenin kaderini değiştiren gündür. Hiç yolunda ve rayında olmayan ülke o gün rayından çıktı. Seçimi tanımayanlar ve iktidarda kalmak için neler yapılabileceğini en acımasız, en karanlık yüzüyle gördük.”
‘Alanda gaz kullanıldı, ambulans yoktu; TOMA’lar vardı’
Gerçek ve toplam sorumluların yargılandığı bir adalet talep ettiklerini ifade eden İlke Işık, “O güne ilişkin adalet istemek aslında memleketin hafızasına da ilişkindir. Oradan kaynaklı olarak tam bir adalet ve gerçek, toplam sorumluların yargılandığı bir adalet istiyoruz. Bu dosyanın çok mağduru var. Duruşmalar biraz bu sayede gündem olabildi. Yargı mekanizması da aslında tam olarak kritik gün nedeniyle bütün sorumluları yargılamamak için direndi. Katliamın hemen arkasından gaz kullandılar. Alanda gaz kullandılar. Ambulans yoktu, itfaiye yoktu, sağlık ekipleri yoktu. Oradaki mağduriyeti giderecek ekipler yoktu ama polisler vardı, TOMA’lar gelmişti, gaz kullandılar.
Polisler, orada bulunan hekimler ve sağlıkçılar tarafından gerçekleştirilen ilk müdahalelerin durmasına neden oldular. Buna ilişkin bile hiçbir sorumlunun sorumluluğuna gidilmiş değil. O gün çok kritikti; siyaseten bir gündü, siyaseten bir katliamdı. Siyaseten gerçekleştirilmiş katliamlara gitmemek istediklerini biliyoruz. Dosyaya gelen her bir delilin, duruşmaların her bir sürecinin takip edilmesi aslında ülkede bu hukuki durumun bu şekilde tartışılmasına neden oldu. Hiçbir şey duruşma salonuyla dosya arasında, hâkim ve avukatlar arasında kalmadı. Davayı takip edenlerden dolayı oldukça kamusallaşan bir dava oldu. Delillerin konuşulduğu, ortaya çıkan sorumlulukların tartışıldığı bir adalet mücadelesi yürüdü ve hâlâ da bu biçimde yürüyebileceğini düşünüyoruz” diye kaydetti.
‘IŞİD bir aparat olarak bu katliamı gerçekleştirdi’
Gerçekleştirilen mitingin temel noktasının barış olduğunu hatırlatan İlke Işık, insanların çatışma ve savaşı durdurmak için bir araya geldiğine değindi. İlke Işık, “Ne kadar önemli bir çağrı olduğunu, ondan sonraki süreçlerde yaşadıklarımızda gördük. Savaşın dozu giderek arttı. Son on yılda kitlesel ölümlerden insanların işsiz kalmasına, barış akademisyenlerinin hâlâ yaşadıklarına ve cezaevine atılan siyasetçilere kadar; siyaset yapmak isteyen, Kürt sorununda demokratik çözüm isteyen herkes için çok zor bir dönemi hep birlikte yaşadık.
Bu yüzden barış çağrısı ve milyonlarca işçinin, emekçinin bunu birlikte söylüyor olması çok önemli. Bugün on yıl geriye baktığımızda ne kadar hayati olduğunu görebiliyoruz. Barışı sağlamak, bu topraklarda kalıcı bir barışı tesis etmek bugün belki milyonlarca insanın işsiz kalmasına da engel olacaktı.
Bütün toplumsal hayatla ilgili işçi sınıfı, emekçi sınıfı, kadınlar için barış çok hayati bir yerde duruyor. O yüzden 10 Ekim barış çağrısının çok kıymetli olduğu ve o mitinge yapılan saldırının bir yanıyla iki seçim arasında kritik bir gün olduğu ve bir kaosla iktidarı tekrar temin etmenin günü olduğu açıktır.
IŞİD bir aparat olarak da olsa bu katliamı gerçekleştirdi. IŞİD, barış isteyen insanları hedefledi. Bu çok açık; katliam planı yapılırken de ortaya çıkıyor. O yüzden IŞİD’in insanlığa olan düşmanlığıyla birlikte bir yandan da barış ve demokrasi çağrısının ne kadar insanlığa içkin, ne kadar önemli bir şey olduğunu birçok kez görebiliriz. Katliamı takip eden, adalet isteyen, çocuklarıyla ülkenin dört bir yanından büyük olanaksızlıklarla bir araya gelen, özellikle kadınlar duruşmalarda bu isteklerini yinelediler.
Dışarıda basına da söylediler: ‘Bizim yakınlarımızın başına geldi, başkalarının başına gelmesin.’ Kalıcı barış ve çözüm istediklerini çok iyi ifade ettiler. O yüzden de adalet mücadelesinin bir kısmı odur; sadece kendi yakınları için adalet istemediler, kimsenin burnu kanamasın diye mücadele ettiler” ifadelerine yer verdi.
‘Devlet bu suçu ve katliamı zamanaşımına uğratmak istiyor’
Sorumluların yargılanmamasının toplumsal hafızada kalacağını belirten İlke Işık şöyle devam etti: “Bizim ‘kamusallaştı’ dediğimizi açarsak; herkes aslında gerçek sorumluların 36 tane IŞİD’li olmadığını biliyor bu ülkede. IŞİD’in bu kadar basit iki canlı bombayla, hiçbir kamusal sorumluluk olmadan bunu gerçekleştirebilmesi olanaksız. Katliamlar serisinden bahsediyoruz. Bu sorumlulara ısrarla ve inatla dokunulmadığı konusu önemli bir hafıza. Bunu mücadeleyle kalıcılaştırdığımızı ve ortaya koyduğumuzu ifade ediyoruz. Ülkenin geçirdiği on çok zor yılda her duruşmayı takip edebilmek, bu duruşmaları gündem edebilmek müvekkillerimiz açısından adalet mücadelesinin sorumluluğu ve karşılığıdır.
Mücadelenin kendisi gerçekten önemli; bunu sürdürebiliyor olmak çok değerlidir. Mahkeme kararlarında yazmayan her şey, bu ülkenin hafızasında ve gerçeğinde yer alıyor. Şu an elimizdeki bütün deliller, bu sorumlulukları işaret eder. Adaleti çeşitli biçimlerde sağlayacağız; mahkemelerden de istemeye devam edeceğiz. Bu adalet, bütün ülkenin problemidir. Herkesin adalet mücadelesinin parçası haline gelebilmesini, kalıcılaştırılabilmesini sürdüreceğiz.
Bu insanlığa karşı suçtur. Mücadele etmeye devam edeceğiz çünkü bunun bir taraftan da davanın zamanaşımına uğrama tehlikesi var. Ülke vicdanı ve kamuoyu diye bir şey varsa da zamanaşımının söz konusu olmayacağını her zaman söylemek isteriz.”