Sozdar Avesta: Fiziki özgürlük sağlanmadan süreç ilerleyemez

  • 09:50 5 Eylül 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Sozdar Avesta, barış sürecinin kilit ismi olarak Abdullah Öcalan’ın doğrudan rol alması gerektiğini vurguladı. Sozdar Avesta, “Fiziki özgürlük sağlanmadan süreç ilerleyemez” diyerek siyasi aktörlere çağrıda bulundu.
 
KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Sozdar Avesta, Stêrk TV’ye yaptığı açıklamalarda İmralı’da yürütülen sürece dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.  Sozdar Avesta,  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış sürecindeki rolünün belirleyici olduğunu vurgulayarak, demokratik çözüm ve entegrasyonun ancak Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüyle mümkün olacağını  ifade etti. 
 
Sozdar Avesta, Abdullah Öcalan ile 28 Ağustos günü yapılan son görüşmeye ilişkin şunları söyledi: “Rêber Apo’nun başlattığı ve hala yürüttüğü süreç çok önemli ve tarihi bir aşamaya geçmiştir. Rêber Apo, geçtiğimiz senenin 12. ayından bu yana çok önemli adımlar attı. 11 ay önce 24 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Rêber Apo’ya silahlı savaşı sonlandırması, demokratik ve barış sürecini başlatması için Meclis’te, hatta DEM Parti grubunda konuşma yapma çağrısında bulundu. Rêber Apo da bu çağrıyı görmezden gelmedi ve 27 Şubat 2025 yılında Barış ve Demokratik Toplum çağrısında bulundu. Birçok önemli adımlar attı. Rêber Apo’nun çağrısı temelinde Hareketimiz, 1 Mart’ta ateşkes ilan etti. Yine 5-7 Mayıs tarihleri arasında kongre gerçekleştirdi. 12 Mayıs’ta kongrenin yapıldığını kamuoyuna ilan etti. PKK, Hareket olarak kendisini feshetti. Böyle bir süreç yaşandı.
 
Sürecin mimarı Rêber Apo’dur
 
En önemli adım da KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanımız heval Besê Hozat öncülüğünde, PAJK yönetiminden, PKK yönetiminden, KCK Konseyi'nden arkadaşların olduğu 30 yoldaşımız, 11 Temmuz’da silah yakma eylemi gerçekleştirdi. Rêber Apo’nun felsefesi paradigması temelinde hareketimizin geliştirdiği bu hamleler, bölgede hatta dünyada büyük bir umut yarattı. Kadınların, halkların umudunu büyüttü, özellikle Bakur’da ve Türkiye’de çok olumlu değerlendirmeler yapıldı, barış ve demokrasi umudunu yeniden yarattı. Fakat şüphesiz bu hamlelerin ardından, mesela 26 Temmuz’da Rêber Apo ile genel bir görüşme yapıldı ama daha sonra bir ay boyunca hiçbir görüşme yapılmadı. Rêber Apo ile neden sıradan bir görüşme yapılmadı olarak ele almıyoruz; çünkü bu sürecin mimarı Rêber Apo’dur, süreci yürüten Rêber Apo’dur. Sadece görüşme gerçekleştirilmesi yetmez. Şimdiye kadar fiziki özgürlüğünün kalıcı hale gelmiş olması lazımdı. Çünkü böyle bir süreç yürütülüyordu.
 
Kongremizin kararıdır
 
Özgürlük Hareketi olarak uzun yıllardır Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele yürüttük ve şu an öyle bir mücadele içerisindeyiz ki, sadece Rêber Apo bu süreci geliştirebilir. Hareketimiz müzakerenin kiminle yapılacağını da açıkça belirtmiştir. Bu, zaten kongremizin kararıdır. Kongrede alınan kararların yerine getirilmesi için Rêber Apo’nun fiziki olarak özgürleşmesi gerekir. Rêber Apo ancak bu şekilde kongre kararlarını hayata geçirebilir. Ama şu an yürütülen sürece baktığımızda, son görüşmede Rêber Apo, sürece ilişkin bazı tehlikeler gördü. Biz de görüyoruz. Arkadaşlarımız, Hareketimiz adına kamuoyunu, basını bilgilendirdi; kullanılan bu dille, devlet adına yapılanlar, özellikle de AKP iktidarının bu zihniyetiyle süreç, büyük tehlikededir. Bunu görmemiz lazım. Çünkü sorumlu bir şekilde hareket etmiyorlar, samimi, ciddi hareket etmiyorlar, çıkarlarına göre pragmatik bir şekilde hareket ediyorlar. Geçtiğimiz süreçte de bu görüldü. Sadece söylemle bu süreç yürümez.
 
Silah yakma töreninin ardından Türk Cumhurbaşkanı çıkıp bazı açıklamalar yaptı. Olumlu da karşılandı bu açıklamalar. Hareketimiz de olumlu yorumladı, ama ardından Erdoğan, kendi çıkarları temelinde sürecin içini boşaltmak istedi. Bunlar göz önünde olan şeyler. Bu yüzden, eğer şu an süreci genel olarak ele alırsak; Rêber Apo’nun dediği gibi "cerrahi bir müdahale"nin, doğru, yapıcı bir müdahalenin olması gerekir. Bunu da ancak Rêber Apo yapabilir. Çünkü bu Rêber Apo’nun projesidir, fikridir. Çünkü Rêber Apo bu süreci yürütüyor. İmralı kapılarının sadece açılması olmaz, Rêber Apo’nun oradan çıkması lazım.
 
Daha önce programa katılan arkadaşlarımızın da dediği gibi; özel savaş medyası ve bazı kişiler, ‘Apo İmralı’dan çıkmak istemiyor’ gibi söylemlerle gündemi tam tersine çevirmek istiyor. Rêber Apo’nun özgürleşmesi lazım, nerenin faydalı olduğunu düşünüyorsa orada çalışmalarını yürütür. Ama fiziki özgürlüğünün koşullarının yaratılması lazım. Bunun için şimdiye kadar bir adım geliştirilmedi. Tam tersi silah yakma töreninden önceki görüşmeler bile durduruldu ya da azaltıldı. En son heyet İmralı’ya gitti ama bu süreç sadece onlarla olmaz. Rêber Apo’nun görüşmek istediği birçok kişi var.
 
Mesela bu meseleyi tartışabileceği aydınlarla, anayasa uzmanlarıyla, çözüme ilişkin fikirleri olanlarla ilişki kurması gerekir. Birçok kişi de Rêber Apo’nun yanına gitmek istiyor.
 
Rêber Apo her şeyiyle devreye girmeli, eğer giremezse bu süreç yürümez. Bu bir hakikattir. Bahçeli, Rêber Apo’nun attığı bu adımları selamladı. Bu Hareketin lideri olarak andı ve selamladı. Rêber Apo’nun çabalarının çok olumlu ve yapıcı olduğunu belirtti. Ama diğer taraftan da AKP’nin özel savaş medyasına baktığımızda hala ‘terör’ dilini sürdürmeye devam ediyorlar. Hala sorun ‘terör sorunudur’ diyorlar. Kürt sorununu görmezden gelmek istiyorlar, yok saymak istiyorlar.
 
Bir kez daha şunu söylüyoruz; Özgürlük Hareketi olarak bizim olmazsa olmazımız, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Bu süreçte Rêber Apo’nun rolü var, Rêber Apo’nun rolünü bir araç olarak kullanmak isteyenleri, böyle bir yaklaşım içerisinde olanları ciddiyete davet ediyorum.
 
Rêber Apo 1 Eylül’de verdiği mesajda da ‘tarihi çağrımın arkasındayım, temel bir rol oynayabilirim’ dedi. Bu sürece büyük bir şans veriyor. Bu konuda en hazır olan Rêber Apo’dur. Tüm bunlar süreç için büyük bir şanstır.
 
Umut hakkı uygulanmalı
 
Bu yüzden Özgürlük Hareketi olarak, halkımızın, dostlarımızın Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için verdiği mücadeleyi tek bir gün bile azaltmaması gerektiğini belirtiyoruz. Bu anlamda mücadelelerini daha da büyütmelidirler. Örneğin bu ay, Avrupa Konseyi Bakanları Komitesi, 15-19 Eylül tarihleri arasında yıllık toplantılarını gerçekleştirecek. Bu toplantıda ‘Umut Hakkı’ konusu da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündemine gelecek. Alacakları kararlar çok önemli. Mesela alacakları kararlar süreci çok ciddi bir şekilde etkileyecektir. Sürecin olumlu bir şekilde yürütülmesi için olumlu bir kararın çıkması gerekir. Türk devleti de derhal bu kararı uygulamalıdır. Alınan kararın üzerinden 10 yıl geçti. Rêber Apo İmralı’da esirdir, Kürt sorununun çözülmesi için de İmralı’da çok büyük bir çaba sarf ediyor. Barış ve Demokratik Toplum manifestosunu yarattı, paradigma sahibidir.
 
Bu yüzden Özgürlük Hareketi olarak şu anki yaklaşımları reddediyoruz, kabul etmiyoruz. "Hareket zayıf düştü, tasfiye olacaktı, bu yüzden Rêber Apo devreye girdi" diyenler, kendilerini kandırıyorlar. Bu Hareket, bundan 20 öncekinden daha fazla mücadele gücüne sahiptir, Rêber Apo’nun etrafı fedailerle doludur. Sıradan bir yaklaşım sergileyenler kendilerini kandırıyorlar. Biz kimseyi tehdit de etmiyoruz. Bunlar tehdit değil hakikattir. Hatta düne kadar tehditlerde bulunlar da sadece dillerini değil zihniyetlerini de düzeltsinler. Kürt-Türk kardeşliği eskisinden çok daha fazla gelişmiştir diyenler, Malazgirt’in yıl dönümünde 26 Ağustos’ta konuşan Erdoğan, yine Kürtleri tehdit etti. Bu kabul edilemez. Bu dil, bu zihniyet, bu yaklaşım neye hizmet ediyorsa asla kabul etmiyoruz ve reddediyoruz.
 
Rêber Apo eğer bu süreci geliştirmişse, halklara olan sorumluluğu, toplumlara olan sorumluluğunu yerine getirmek için geliştirdi. Bu rolü oynayabileceği için bu yükün altına girip süreci geliştirdi. Bu yüzden sürecin önünün açılması lazım. Rêber Apo fiziki özgürlüğünün gerçekleştiği koşullarda süreci geliştirebilmelidir.”
 
Meclis’te oluşturulan komisyonun çalışmalarının kamuoyunun da dikkatle gözlemlediğini kaydeden Sozdar Avesta şu sözleri kullandı:  Sizin de belirttiğiniz gibi bu konu üzerinde durmamız gerekir. Tüm kamuoyunun gözü de bu kararda, kurulan komisyon üzerinde. Komisyon, Rêber Apo’nun düşündüğü şekilde görevlerini yerine getirseydi, sürecin önündeki birçok engel şimdiye kadar ortadan kalkmış olurdu. Komisyonun amacı, sürecin önündeki engelleri tek tek ortaya çıkarmak, üzerinde durmak, ortadan kaldırmak ve toplumda sürece ilişkin umut, inanç, halkların kardeşliğini yaratmak, herkesi sürecin etrafında toplamaktır. Komisyon kuruldu ama yanlış bir şekilde çalışmaya başladı. Çünkü komisyon önerisini yapan, mimarı olan Rêber Apo’dur. MHP Başkanı'nın dediği gibi Rêber Apo önce meclise gelip komisyon üyeleriyle bu komisyonun neden kurulduğuna, nasıl bir çalışma yürüteceğine ilişkin fikirlerini paylaşmalıydı. Komisyonda yer alanlar da Rêber Apo’ya soru sormalı, Rêber Apo da onlara soru sormalıydı.
Eğer komisyonun amacı Kürt sorununun çözümü ve önündeki engelleri kaldırmaksa, buna göre bir yaklaşım sergilemeli. Eğer bu komisyonun amacı süreci nihai hedefe ulaştırmaksa Rêber Apo’nun da komisyonda konuşması lazım. Çünkü komisyon bu talep üzerine kuruldu. Neden çalışmalarına yanlış başladı? Çünkü sanki Rêber Apo bu süreçte yer almıyor, bu fikirleri geliştirmemiş, 27 Şubat’ta çağrıda bulunmamış, Hareketimiz ateşkes ilan etmemiş, bir grup gerilla silah yakmamış, ortada hiçbir şey yokmuş da bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon da herkesle konuşuyor. Sanki şimdiye kadar halk bir şey görmemişti; barolar, insan hakları dernekleri, asker aileleri, barış anneleri, sivil toplum kuruluşları sanki hiç bu ülkede yaşamıyorlardı da onları dinlemek yeni akıllarına geliyor. Öncelikle hangi temelde dinleniyorlar, ne söyleniyor, ne isteniyor. İnsanların dinlenmesi tabii ki yanlış değil ama bu şekilde vakit harcanıyor ve aslında halkın dikkati başka yöne gidiyor. Başlatılan sürecin içini de boşaltıyorlar.
 
 Barış Anneleri ne için mücadele ediyor?
 
Mesela bu komisyon, sorunu çözebilecek bir komisyon değil. Bugüne kadar yaptıkları çalışmalar onlardan istenilenlere hizmet etmemiştir. Adına ‘Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ diyorlar ama ne demokrasi, ne kardeşlik var içinde ne de dayanışma için büyük bir emek veriyorlar. Mesela Barış Annelerine dair çok değerlendirmeler yapıldı ama ben de bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü çok önemlidir, öyle sıradan bir mesele değildir. Barış Annelerini konuşsunlar diye meclise davet ettiler. Barış Anneleri on yıllardır ne için mücadele ediyorlar? Çocukları neden dağlara çıktı? Neden şehitleri oldu? O annelerin talepleri nedir? Eğer bu soruları soruyorlarsa, o zaman anneler de ana dilleriyle konuşacaklardır. Çocukları niçin dağa çıktı? Anadillerini konuşma hakları olmadığı için, kültürleri yasaklandığı için, Kürt kimliği tanınmadığı için, Kürt varlığı tanınmadığı için, soykırıma uğradıkları için dağlara çıktılar. Bu yüzden PKK mücadeleye başladı. Ortada hiç böyle şeyler yokmuş gibi, anadillerinde konuşmak isteyen annelere, ‘burada Kürtçe konuşamazsın, meclis çatısı altındasınız’ diyorlar. O zaman bu meclis nasıl demokratik meclis olacak? Demokratik Cumhuriyet nasıl kurulacak? Rêber Apo’nun projesi demokratik Cumhuriyet’in kurulmasıdır. Cumhuriyet demokratik olmadığı sürece Türkiye’de hiçbir sorun çözülemez. Annelerin sözünün kesilmesi hangi vicdana, hangi ahlaka sığar? Bu zihniyeti kınıyorum.
 
Komisyon üyeleri, demokrasiye, özgürlüğe inananlar, Kürt sorununun gerçekten çözülmesini, Türkiye’de ve bölgede milli dayanışmasının olmasını, pozitif ve demokratik bir entegrasyonun gelişmesini, halkların kardeşliğinin oluşmasını isteyenler, annelerin sözünü kesen komisyona karşı bir duruş sergilemeliydiler. Komisyon üyeleri AKP’nin istediği gibi hareket etmek için oraya gitmediler ki! Eğer süreci AKP yürütseydi komisyonun kurulmasına gerek yoktu. Zaten AKP’nin bu süreci yürütme gibi bir niyeti yok. Rêber Apo’nun emekleri, çabalarıyla bu komisyon kuruldu ama annelere en büyük haksızlık komisyonda yapıldı. Tutanaklara da anlaşılmayan bir dil diye geçirdiler. Bu şekilde Türkiye’de nasıl kardeşlik inşa edilecek? Komisyon bu anlamda görevleri temelinde çalışma yürütmüyor.
 
Abdullah Öcalan’ın mesajında Demokratik Toplum, barış ve entegrasyondan bahsettiğini söyleyen Sozdar Avesta, bu mesajın ne anlama geldiğine dair şöyle konuştu: “Şüphesiz komisyonun bu konular üzerinde durması gerekir. Bu maddelerin her biri ne anlama geliyor? İç barış sağlanmazsa, herkes anadiliyle, fikirleriyle özgür bir şekilde yaşamazsa demokratik bir toplum oluşmaz. Demokratik bir toplumun oluşması, devletle demokratik bir entegrasyonun gelişmesi için kanun lazım. Söylemlerle bunlar olmaz. Komisyonun görevi de kanun hazırlamak. Komisyonun ilk kanunu, Rêber Apo’nun özgürlünün sağlanması için olmalıdır. Bu projenin mimarı Rêber Apo’dur; onun için kanun çıkarılmalıdır. Kürt sorununun hangi temelde çözüleceğine ilişkin kanunlar çıkarılmalıdır. Ama bu komisyon bir anne anadilini konuşsun diye hala bir kanun hazırlamamış. Halkın, demokrasi güçlerinin bunu görmesi lazım. Cesur adımlar atılmalı, cesur bir dil kullanılmalı, cesur çabalar gösterilmeli. Korkakça bir yaklaşım yanlıştır. 40 yıldır savaşı bu zihniyetle sürdürüyorlar ama bir şey elde edemediler.
 
Umut hakkı tanınmalı
 
Rêber Apo, ‘amacımız, bu büyük acılara son vermek’ diyor. Rêber Apo’nun, Hareketin amacı belli. Tüm samimiyetimizle bu sürece katıldık. Ama kimse bunun sonsuza kadar süreceğini düşünmemeli. Bu yüzden şunu belirtmek istiyorum: Komisyon her şeyden önce görevlerine sahip çıkmalı, bir iktidar partisinin etkisinde kalmamalı, toplumun çıkarları için, yaratılan umutlar için hareket etmeli. Mesela eski meclis başkanları konuştu, ‘umut hakkı"nın derhal yerine getirilmesi gerektiğini söylediler. Tabii görev başındayken değil, görevden ayrıldıktan sonra bunları söylüyorlar ama önemlidir. Bundan dolayı komisyon daha cesur davranmalı, madem böyle bir yükün altına girdi, görevlerini de yerine getirmeli. Eğer böyle yaparsa bu süreci sürdürebilirler. Ama yapamazlarsa kimse demesin ki ne olursa olsun bu süreç sonuna kadar böyle yürütülür. Zaten yürütülmez de. Özgürlük Hareketi de olarak birilerinin bu sürecin içini boşaltmasına müsaade etmeyeceğiz. Bizler bu tür şeyleri çok iyi biliyoruz. Biz de büyük tecrübelere sahibiz, Rêber Apo öncülüğünde 50 yıldır mücadele yürütüyoruz.
Mesela Rêber Apo 1998 yılında 1 Eylül’de yine ateşkes ilan etti. Ardından 40 gün içerisinde Rêber Apo’ya karşı bir komplo geliştirdiler. Eğer Rêber Apo barış için, daha fazla acıların yaşanmaması için yönünü Avrupa’ya değil de dağlara verseydi, kim bilir savaş nasıl bir noktada olacaktı. Rêber Apo şu an İmralı’da olmazdı. Komplo gerçekleştiğinde yönünü Avrupa’ya verdi ki, sorun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözülsün. Ama her zaman tek taraflı fedakarlık yetmez. Türk devlet yetkililerinin, özellikle AKP yetkililerinin bunu görmesi lazım.
 
Devlet Bahçeli’nin de bu konuda sözlerine sahip çıkması lazım. Daha önce ‘kuş tek kanatla uçmaz’ demişti. Önemli bir söylemdir ama pratikte gerçekleşmesi gerekir. Rêber Apo’nun koşulları derhal düzeltilmeli, ‘umut hakkı’ tanınmalı ve fiziki özgürlüğü sağlanmalıdır. Bunun dışında süreci başarıya, sonuca ulaştıracak hiçbir şey ne bizi tatmin eder ne de halkımızı.
 
Katliamlar 
 
Türkiye’de ve Kürdistan’da kadın ve doğa katliamlarının yanı sıra ırkçı saldırılara dikkat çeken Sozdar Avesta, şu ifadeleri kullandı:  “Bu katliamların kaynağı nedir, öncelikle buna bakmak gerekir. Cumhuriyetin demokratik olmamasının temelinde Kürt sorunu var. Kürt sorununun Türkiye’de doğru tanımlanmaması, adının konulmaması ve çözüm geliştirilmemesi Türkiye’nin yükünü büyütmüş ve sırtında bir kambur olarak kalmıştır. Bu yüzden devlet, Kürt sorununu tam tersi bir durum gibi göstermek, güvenlik önlemleri adı altındaki yol ve yöntemlerle çözmek için meseleyi dış güçlere peşkeş etti. On yıllardır böyle yapıyorlar. İşbirliği yapmadıkları çete kalmadı. Kürt sorununu şiddetle, soykırımla bastırabilsinler diye, Kürdistan ve Türkiye’de demokratik olmayan tüm uygulamaları geliştirdiler.
 
Bu süreçte devlet ya da iktidar, demokratik olmayan uygulamalara karşı mücadele etmeli. Ama bunu yapmıyor; çünkü bu sorunun çözümü için henüz net bir şekilde kararını vermiş değil. Hala bir annenin Kürtçe iki kelime konuşmasına tahammül etmiyorlar. Mesela bir aile Kürtçe şarkı dinledi diye ölümden kurtuldu. Colemêrg’de bir çocuk bisikletle kaza yapıp yanlışlıkla bir subaya çarptığı için tüm dünyanın gözü önünde öldüresiye darp edildi. Mevsimlik Kürt işçiler Türkiye şehitlerine gidip çalıştığında Kürtçe konuştukları için saldırıya uğruyorlar. Eğer parlamentoda annelerin konuşması kesilirse başka yerde de ırkçılık yapılır.
 
‘Balık baştan kokar’ diye bir söz var. Dediğim gibi halkımıza karşı genel bir ırkçılık var. Özellikle de son süreçte takip ediyoruz; şehit arkadaşların cenazelerini ahlaksızca, saygısızca bir şekilde ailelerine gönderdiler. Hala ailelerine teslim etmedikleri şehit cenazeleri var. Mesela Licê’de Önkol ailesinin çocuklarının, şehitlerin mezarını yıkmak istiyorlar. Geçtiğimiz süreçte onlarca şehitliğin uçaklarla bombalandığını, ortadan kaldırıldığını biliyoruz. Bütün bunlar Kürt halkında devlete karşı, böyle bir zihniyete karşı zaten bir inançsızlık yaratmıştır. Bu yüzden Rêber Apo’nun başlattığı bu süreçte adımların atılması gerektiğini söylüyoruz. Ama annelerin konuşmalarını kestiklerinde ırkçılar da bundan cesaret alıyor. Bu yüzden herkes sorumluluğunun ne olduğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.
 
Mesela kadınlar sadece Türkiye’de de değil bölgede çok büyük bir şiddete maruz kalıyorlar, göçe zorlanıyorlar. Bakur’da, Türkiye’de gençler kitlesel bir şekilde göç ettiriliyor. Bu özel savaşın bir parçasıdır. Kadınlar birlik olmasın diye katliamlar yapıyorlar. Özellikle de kadına yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Bu durum Filistin’de, Afganistan’da, diğer ülkelerde yaşanıyor.
 
Başta da söyledim; Rêber Apo’nun başlattığı bu süreç, kadınlarda da bir umut yaratıyor. Kadınlara yönelik bu katliamlar ancak demokrasinin olduğu, eşitliğin, özgürlüğün olduğu bir ülke ile son bulur. Bu anlamda özellikle de Kürdistan’da kadınlar öncülüğünde yürütülen mücadele çok önemlidir. Rêber Apo bu süreç başladığında, ‘bu sürecin öncüleri ve özneleri kadınlardır’ dedi. Çünkü herkesten çok kadınların demokratik bir topluma, barışa ihtiyaç var. Demokratik bir zihniyet de ancak kadın mücadelesinin büyütülmesi ile yaratılabilir. Erkek egemen zihniyet ancak kadın mücadelesi ile ortadan kaldırılabilir.
 
En fazla acı çeken kadınlardır
 
Kürdistan doğasının altı, üstü her gün talan ediliyor, günde onlarca kez Kürdistan dağlarını bombalıyorlar, baraj yapıyorlar, ağaçları kesiyorlar, ormanları yakıyorlar. Kürdistan ve Türkiye’de kadınlara ve doğaya karşı katliam yapılıyor. Bu süreç eğer başarılı olmazsa bu katliamlar daha da artar. Tüm kadınlara, gençlere, örgütlere, doğa savunucularına çağrıda bulunuyorum; haklarınıza sahip çıkın. Mücadelenizi daha büyüterek değerlerinize sahip çıkın. Bu mücadelede kadınlar öncülüğünde geliştirilmeli. Çünkü en fazla acı çeken kadınlardır. Özellikle genç kadınlara karşı çok vahşi saldırılar yapılmakta. Bu yüzden gençle bu sürece herkesten daha fazla sahip çıkmalı ve değerlerini savunmalılar.”
 
Süreç ve saldırılar 
 
Kürdistan genelinde bir yandan devam eden süreç, bir yandan da saldırıların devam ettiğine işaret eden Sozdar Avesta, aynı zamanda Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan saldırılara da değindi. Sozdar Avesta, bu durumu şöyle değerlendirdi:  “Kuzey ve Doğu Suriye konusu elbette önemli bir konu. Özellikle de çözümü Kuzey ve Doğu Suriye’de ve geçici hükümetle olabilir. Bu yüzden Suriye’deki sorunlarının çözümü önündeki en büyük engel, Türk devleti ve Türk yetkilileridir. Bunun altını çizmek gerekir. Nasıl? Neden engel oluyorlar? Çünkü AKP hükümeti Suriye’deki geçici hükümetin tamamıyla kendi boyunduruğu altında olsun istiyor. Geçici hükümete ayar vermek ve çıkarına göre kullanmak istiyor, kullanıyorlar da.
 
Suriye’deki sorunların çözülmesi için öncelikle buradan ellerini çekmeleri lazım. Mesela 10 Mart 2025'te QSD Komutanı ve Colani arasında bir anlaşma sağlandı. 8 maddeden oluşan anlaşmayı kamuoyu önünde imzaladılar. Hemen ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, heyetiyle birlikte Şam’a gitti. Ertesi gün de geçici bir anayasa imzaladılar. Kürtlere dair hiçbir şey yoktu bu anayasada. Hemen müdahale ettiler. Son süreçte de QSD Komutanı ve Colani arasında bazı görüşmeler yapıldı. Bir kez daha Hakan Fidan ve Erdoğan tehditlerde bulundu.
 
Suriye’de demokratik yaşam geliştirilmeli
 
Suriye’de bu sorunun devam etmesini istiyorlar. Sadece Kürt halkına değil, demokratik ulus projesini esas alan Kuzey ve Doğu Suriye’deki tüm halklara baskı yapıyorlar. Kuzey ve Doğu Suriye halkı elbette demokrasi mücadelesini sürdürüyor. Onlar Suriye’nin sahipleridirler. Kuzey ve Doğu Suriye yetkilileri her zaman sadece bir parça için değil, tüm Suriye için demokratik bir yaşamı geliştirmek istiyoruz. Suriye’de yaşayan halklar da Kuzey ve Doğu Suriye’de gelişen modelden güç alıyorlar. Mesela Süveyda’da Dürzi halkına karşı katliam yapıldı. Dürzi halkı özerkliğini ilan etmek zorunda kaldı. En son Alevi toplumu, kendi konseylerini oluşturdular. Yine Nusayri toplumu var. Bu toplumlar Türk devletinin söylediği tekçi zihniyetle yaşayamaz. Binlerce Alevi kadın kaçırıldı, Dürzi kadın kaçırıldı, Nusayrili kadınlar katledildi. Sadece kadınlar da değil, çoluk çocukla birlikte katledildiler. Kuzey ve Doğu Suriye halkı böyle bir zihniyetle nasıl yaşayabilir?
 
Erdoğan da Kuzey ve Doğu Suriye meselesini gerekçe yapıp Bakur’da, Türkiye’de tekrar bir tıkanma yaratmak istiyor. Türk devletinin, Türk yetkililerinin zihniyeti burada da ortaya çıkıyor. Kuzey ve Doğu Suriye’deki sorunlar Suriye’yi ilgilendirir. Her şeyden önce de Türk devletinin orada işgal ettiği alanlardan çıkması lazım. Suriye halkının sorunlarını onlara bırakmalı, Suriye geçici hükümetine bırakmalı. Onlar, Kuzey ve Doğu Suriye ile birbirlerini anlayabilirler. Diyalogla sorunlarını çözebilirler.
 
Çözüm de elbette demokratik bir toplumun yaratılmasında, Suriye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesinde. Suriye’de de demokratik bir Cumhuriyet olmazsa sorunlar çözülemez. Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi şu an en huzurlu bölge, orada bir anlayış var, kendi kendilerini yönetiyorlar. Kadın iradesi var, gençlik iradesi var, tüm halkların iradesi var.
 
En doğrusu halkların bir arada yaşaması
 
Son süreçte bazı görüşmeler var. Olumsuz görmüyoruz. Suriyeli yetkililer, kopma dışında her şeyi tartışabiliriz, diyor. Kürtler, Kuzey ve Doğu Suriyeli halklar, hiçbir zaman Suriye topraklarını bölelim ya da bu topraklarda başka bir devlet kuralım, dememişlerdir. Böyle bir anlayış da yok. Demek ki bazıları oradan elini çekerse Suriye hükümeti ve Kuzey ve Doğu yönetimi anlaşabilir.
 
Suriye için en doğrusu da tüm halkların özgürce bir arada yaşamasıdır. Başta kadınların hakları anayasada yer almalı, kadınlar kendi iradeleriyle örgütlenmeli, tüm kurumlarda yer almalı, siyaset yürütmeli, mücadele etmeli ve tüm halkların da iradesi tanınmalı. Sorunlar ancak bu anlayışla çözülür. Ama eğer ısrarla kendi yaklaşımlarını dayatırlarsa, Kuzey ve Doğu Suriye yetkilileri ona göre hazırlıklarını yapıyorlar, halkın haklarını da savunacaklardır. Şimdiye kadar onlarca kez saldırıya uğradılar, şu anda da provokasyonlar yapılıyor. Tişrîn Barajı’nda provokasyonlar var. Yine bazı kurumlar saldırı altında. Bu saldırılara destek veren de Türk devletidir.
 
Bir Türk Dışişleri Bakanı var, sanırsınız ki Şam Dışişleri Bakanı. Aynı kişi, geçmişte de ‘Suriye’den Türkiye’ye birkaç füze atarız, savaş başlatırız ve bu gerekçeyle Suriye’ye gireriz’ demişti. Demek ki istediklerinde savaş çıkarıyorlar, istediklerinde de başka yöntemler kullanıyorlar.
 
Dışarıdan bir güce müsaade edilmeyecek
 
Kuzey ve Doğu Suriye’de kaos yaratmaktan vazgeçsinler. Bakur’da ve Türkiye’de yürütülen süreç farklı, Kuzey ve Doğu Suriye’deki süreç farklı. Kuzey ve Doğu Suriye, sorunlarını Suriye hükümeti ile çözecektir; Başûr Irak’la, Rojhilat İran’la çözecektir. Kendi sorunlarını çözmeyip etrafındaki sorunlara da müdahale etme zihniyeti; tekçi, egemen bir zihniyettir ve kendi doğrusunu sonuna kadar dayatmak istiyor. Kimse bunu kabul etmez. Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi de takip ettiğimiz kadarıyla bu zihniyete karşı hazırlıklıdır ve dışarıdan bir gücün kendilerine bu kadar müdahale etmelerine müsaade etmeyecektir.”
 
‘Êzidî toplumunun mücadelesi tarihi ve stratejik’
 
Abdullah Öcalan’ın Şengal halkına gönderdiği mesajda yer alan Rönesans’tan söz eden Sozdar Avesta, Abdullah Öcalan’ın bu süreci “Êzidî toplumunun Rönesansı” olarak tanımladığını hatırlattı. Sozdar Avesta, şunları dile getirdi:  “Bu mesaja cevap maiyetinde Şengal’de iki konferans yapıldı. Öncelikle bu konferansa katılanları, emek verenleri selamlıyorum. Ayrıca 11 yıldır kesintisiz direnen, mücadele eden Şengal halkımızı saygıyla selamlıyorum. Özgürlük Hareketi olarak hem bizim için hem de tüm Kürdistan halkı için Êzidî toplumunun özel bir yeri var. Rêber Apo da sürecin başından bu yana tüm görüşmelerinde Êzidî toplumumuza ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor. Êzidî toplumumuzun mücadelesini çok tarihi ve stratejik olarak görüyor. Çünkü bu toplumun yaşatılması lazım ve kendilerini yaşatmaları lazım. Bu toplum bin yıllardır tüm saldırılara, fermanlara karşı mücadelesini sürdürmüş ve günümüze kadar var olmuştur. Fakat şu an tedbirini almadığı taktirde yok olma ile yüz yüzedir. Çünkü örgütsüz, savunmasız kalmışlardı, çok fazla göç etmişlerdi ve fermanlardan dolayı çok dar bir alanda ve süreçlerin dışında kalmışlardı. Toplumumuz üzerinde bütün bunlar bir tehlike oluşturuyordu.
 
Son olarak 3 Ağustos 2014 yılındaki fermandan bu yana artık Özgürlük Hareketi öncülüğünde, Rêber Apo felsefesi ve paradigması temelinde Şengal’de, Êzidxan’da halkımız soykırımdan sadece fiziki olarak kurtulmadı; aynı zamanda beyaz soykırımdan da kurtarıldı. Asimilasyonun da kısmen önü alındı. Rêber Apo, ‘bu toplumu ortadan kaldırmak isteyen DAİŞ zihniyeti, Özgürlük Hareketi’nin, Êzidxan’ın kahramanlarının, kadınların ve annelerin direnişi sayesinde boşa düştü’ dedi. Bu önemlidir.
 
Toplumun örgütlenmesine dikkat çekti
 
Fakat sizin de dediğiniz gibi hala çok fazla tehlike var. 2020 yılından bu yana Başûrê Kurdistan hükümeti ve Bağdat hükümeti arasında 9 Ekim anlaşması yapıldı. Bu anlaşmada ısrarcılar, bir an önce devreye koymak istiyorlar. Bu toplumu yine kendi egemenlikleri altına almak istiyorlar. Bu yüzden de bugüne kadar verilen mücadele elbette tehlikelerin önünü almıştır ama tamamen ortadan kaldırmamıştır. En son Irak Göç ve Göçmenler Bakanlığı, Şengal’den göç edenler artık bulundukları kampa kalmalıdırlar diye bir karar çıkardı. Bu da Şengal’in, Êzidxan’ın demografisiyle oynamak anlamına geliyor.
 
Êzidî nüfusunu, kim nerede ise orada bırakıp asimile edecekler. Özgürlük Hareketi’nin büyük bedeller ödediği, Mam Zekî gibi kahramanlardan tutun son şehidimize kadar mücadele ettiğimiz DAİŞ zihniyetini bir kez daha kanunlarla devreye koymak istiyorlar. Bu çok tehlikelidir.
 
Mesela kampta bırakmak ne anlama geliyor? Hatta insanları göçe zorluyorlar. Madem toplumumuz Şengal’de, Êzidxan’da kendisini yeniden yaratmak istiyor, Êzidxan’da rönesansını gerçekleştirmek istiyor; tarihi, toplumsal, örgütsel açıdan, kültür-sanat, inanç açısından kendisini gözden geçirmek istiyor; bütün bunlar yeni bir anlayışla olur.
 
Rönesans sadece konferanslarla olmaz. Çok önemlidir, selamlıyorum ama şunu söylemek istiyorum: Sadece konferanslar yeterli değil. Konferansta alınan kararlarla, orada tartışılan anlayışla, ortaya çıkan önerilerle tüm toplumu örgütlemeliler. Bu temelde toplum yeniden ele alınmalı.
 
Özsavunmalarını güçlendirmeliler
 
Rönesans meselesi sadece bir, iki günlük bir mesele değil. Akademilerini açmaları lazım, merkezi kurumlarını açmalılar, tarihi araştırmalar yapmalılar. Kadınlar özgür kadın çizgisinde mücadelelerini daha da büyütmeli. Bütün bunlar örgütlenme çerçevesini oluşturuyor. Rêber Apo aslında bunu söylüyor. Bir çaba var, bazı şeyleri geliştirmek istiyorlar. Bu talepleri çok önemli ama bunun devam etmesi lazım. Êzidî toplumumuz aydınlamasını gerçekleştirmeli ve birliğini güçlendirmeli. Çünkü Şengal büyük bir tehlike altında. Sorunların tamamı çözülmediği taktirde Bakur’da da, Şengal’de de büyük tehlikeler var. Bundan dolayı öz savunmasını eskisinden çok daha fazla güçlendirmeli, üzerinde durmalılar. Tüm kurumlarının içini iyi doldurmalı ve üzerinde durmalılar.
 
Yurt dışındaki ve Êzidxan’daki tüm Êzidîler birliğini güçlendirmelidir. Ortak bir anlayış ortaya çıkarmalıdırlar. Özellikle kadınlar ve gençler bu konuda rolünü oynamalı. Mesela kadınların çabaları var, annelerin çabaları var, belli bir düzeyde eylemler de yapıyorlar, kültür-sanat konusunda bazı gelişmeler de gösteriyorlar ama bu toplumun temel kökleri üzerinden örgütlenmeleri için yeterli değil. Bu çalışmaları halkımızın yapması lazım. 
 
Şengal’in iradesine saygı duyulmalı
 
Fakat Şengal’den elini çekmeyen güçlere de birkaç söz söylemek istiyorum. Öncelikle Şengal’de, Êzidxan’da ortaya çıkan bu iradeye hem Bağdat’ın hem de Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin saygı duyması lazım. Yine Ferman'dan önceki gibi, ‘bu toplumu egemenliğimiz altına alırız’ yaklaşımını kimse kabul etmez. Êzidî toplumu artık bunu kabul etmez. Öncelikle bunların hesabı verilmeli.
 
Saygı duyacaklar 
 
Mesela eğer Irak demokratikleşmek istiyorsa önce Şengal’de yaşanan katliamı kabul etmeli, hesabını vermeli ve bu katliamda rolü olanları yargılamalı. Eğer bu hesabı verselerdi, Dürzilere, Alevilere yönelik katliamlar yaşanmazdı. Bu yüzden Şengal’e, Êzidî halkına yaklaşım bir ölçüdür, demokrasi, ahlak, vicdan ve insanlık ölçüsüdür. Özgür ve demokratik bir yaşam istiyorlarsa öncelikle bu topluma saygı duyacaklar. Kendi çıkarları için kullanamazlar, bu yüzden Şengal üzerinden hesap yapanlar öncelikle Şengal’den ellerini çeksinler. Mesela küçük bir belediyeleri var; her gün gidip el koyuyorlar. Xanesor’dan Şengal’e gidenlerin önünü onlarca araçla kesiyorlar. Bu ne anlama geliyor? Bütün bunlardan vazgeçmeliler.
 
Kamplarda kimse kalmamalı
 
Özgürlük Hareketi olarak, Rêber Apo’nun bu yaklaşımı elbette bizim için de çok önemlidir. Özgürlük Hareketi olarak, Şengal’e yönelik tehlikeler karşısında nasıl bir duruş sergilediysek, bundan sonra da aynı duruşu sergileyeceğiz. Êzidî toplumumuz artık kendi kendisini yöneten ve savunan bir aşamaya gelmiştir. Özgürlük Hareketi olarak büyük bir emek verdik, yüzlerce şehit verdik. Bundan sonra da bu değere asla kimsenin farklı bir şekilde yaklaşmasına da müsaade etmeyeceğiz. Herkes bunu bilsin.
 
Halkımızın da kendisine güvenmesi gerekir. Bu iradeleri var, bu bilinçteler, bu güçleri var. Rêber Apo’nun fikirleri temelinde sonuna kadar kendilerini örgütleyebilirler. Toplumumuzda bir aydınlama yaşanıyor ama bunu büyütmemiz gerekir. Bu vesileyle o kamplarda kalan halkımıza çağrıda bulunmak istiyorum: Bu bir oyundur ve bu oyunlara gelmeyin. Kamplarda o kararlara göre hareket etmeyin. Bu bir göz korkutmadır. Madem topraklarına dönmek istiyorlar, o zaman herkes topraklarına yönelmeli. Kimse onların önünde engel olamaz. Başûr kamplarında kimse kalmamalı; herkes köyüne, şehrine dönmeli; demokratik, eşit ve ekolojik bir şekilde bölge halkıyla yaşamını sürdürmelidir. Êzidî halkı şu an Şia, Arap, Asuri-Süryani bölgedeki tüm halklarla yaşamını sürdürüyor; hiçbir sorun da yaşamıyorlar. Kaos çıkarmak isteyenler Şengal’den ellerini çekmelidir. İnanıyorum ki halkımız, Rêber Apo’nun demokratik toplum perspektifini ve kadın Rönesans’ını, Êzidî toplumunun Rönesans’ını Şengal’de adım adım geliştirecektir. Bu temelde çok büyük başarılar elde edeceklerdir.”